19 Temmuz 2014 Cumartesi

BLACK MAMBA



Çok ilginç değil mi? Hepiniz bilirsiniz koskoca Kobe Bryant’ın isminin bir biftekten geldiğini.  Annesi herhangi bir Çin lokantasında kobe usulü bir biftek yiyor ve bunu sevdiği için oğlunun adına Kobe koyuyor.  Sanırım hiçbirimiz adımızın bonfile falan olmasını istemezdi değil mi? Ama Kobe için bu sorun değil. Ne de olsa o Kobe Bryant.   Philadelphia doğumlu Kobe 5 yaşında ailevi sebeplerden İtalya’ya taşınır ve bu onun için hayatının önemli evrelerinden biridir. Bir Amerikalı ve İtalya… Orada ilgisi yavaş yavaş basketboldan futbola kaymadı değil tabi. Ancak bir süre sonra ABD’ye döndüklerinde Kobe basketbolda babasını bile yenecek kapasiteye ulaşmıştı. Henüz 13’tü.  Lise yıllarında iş ahlakı ile tanıtmıştı kendisini. Antrenmana ilk giren son çıkandı her başarılı insan gibi. Lisedeki son senesinde 30 sayı ortalaması yapmıştı ki bu onu çok dikkat çekici bir duruma getirmişti haliyle. Philadelphia’nın tüm zamanlarının en skorer oyuncusu oldu. Varın siz düşünün Chamberlain bu sıralamada 3.dür.  Tabi başka birçok ödül getirisi de oldu bu sezonun Kobe’ye.  96 yılında kolej okumamış Kobe Hornets tarafından seçilip o zamanların ünlü pivotu Vlade Divac karşılığında Lakers’a takas olmuştu. Haliyle Lakers bunun için çok eleştirildi. Bugün de aynısı olsa yine eleştirilir. Kobe NBA kariyerinin başlarında  en küçük yaşta forma giyen oyuncu ve en küçük yaşta ilk 5’te başlayan oyuncu gibi rekorların sahibi oldu henüz 18 yaşında. NBA kariyerinin başlangıcı bile rekorlarla başladı. Nasıl devam edeceğinin habercisiydi adeta.  İlk sezonunda All Star haftasonunda en genç smaç şampiyonu ve çaylaklar maçında en çok sayı üreten oyuncu oldu. Gümbür gümbür geliyordu daha ilk sezonunda. Adam olacak çocuk bellidir derler ya… Kariyerindeki başarılara göz atalım da bu sözün gerçekliğini Kobe nezdinde ispatlayalım;
·         5x NBA Şampiyonluğu(2000,2001,2002,2009,2010)
·         NBA MVP (2008)
·         15x NBA All-Star (1998-2013)
·         2x NBA Finalleri MVP (2009-2010)
·         11x All-NBA Birinci Takımı (2002-2004, 2006-2013)
·         2x All-NBA İkinci Takımı (2000,2001)
·         2x All-NBA Üçüncü Takımı (1999,2005)
·         8x En İyi Savunma Beşi (2000, 2003-2004, 2006-2010)
·         2x En İyi Savunma İkinci Beşi(2001,2002)
·         4x NBA All-Star Maçı MVP (2002, 2007, 2009, 2011)
·         1x Slam Dunk Contest (1997)
·         2× NBA Sayı Kralı (2006–2007)
·         Çaylak ikinci beşi (1997)
Naismith Prep Player of the Year (1996)

          NBA’ye adım attığından beri tam bir winner(kazanan), tam bir lider ve pozisyonunun açık ara en iyi oyuncusudur Kobe. Modern zaman basketbolunda bir takıma 81 sayı atmak kolay bir iş değil. Başka yapanı geçtim, yaklaşan bile olmadı zaten.  NBA’de karşılaştığı tüm takımlara da 40+ sayı atmıştır, bunu da belirtmek gerekir. Artık 35 yaşına gelen Kobe eski görüntüsünden doğal olarak uzaklaşacaktır ama onsuz bir NBA sezonu asla gerçek bir NBA sezonu olmayacaktır biz Kobe ve onun oyununu sevenler için. Ayrıca Kobe ile Lebron artık karşılaştırılmasın. Keyfini çıkarın bu işlerin. Her şeyi karşılaştırmak, birini diğerinden ayırıp onun ateşli bir savunucusu olmak acayip yersiz. Spor hepsi ile güzel.

                                                                               Yasin IŞILDAR 

15 Temmuz 2014 Salı

UÇAN HOLLANDALI



             Doğunun zenginliğini sömüren Hollanda gemilerinden bir geminin efsanesidir. Fırtınaya yem olur dinlenmek için Ümit Burnu’na yanaştığı sıralarda. Fakat bölgedeki insanların bazıları birkaç fırtınada bu gemiyi gördüklerini söylemişlerdir ve bu efsane dilden dile yayılmıştır. Ardından Uçan Holandalı bir efsane olarak tarihteki yerini almıştır
Arjen Robben’in Ümit Burnu’ydu Real Madrid. Chelsea’den sonra geldiği kralın şehrinde sık sık sakatlanan Robben için artık herkes o öldü demiş,satıldığında da buna inanmışlardı. Ama o Münih semalarında tekrar görüldü ve hiç unutulmayacak performanslara imza attı. En büyük çıkışını birçok  Hollandalı’nın yaptığı gibi PSV’de yaptı Robben. Kezman’la muhteşem bir ikili olan Hollandalı M.United ve Chelsea gibi takımların dikkatini çekti. Ferguson’un teklifi PSV yönetimi tarafından kabul görmezken Rus sermayeli Chelsea onu bünyesine kattı. Hollandalı futbolcu, Chelsea ile 2 Premier Lig şampiyonluğu ve 1 Federasyon Kupası şampiyonluğu yaşadı.
             Hızıyla başta İngilizler olmak üzere tüm futbolseverleri mesteden Hollandalı koşmuyor adeta uçuyordu sol kanatta. Chelsea büyük bir takımdı ama her futbolcunun hayalinde ya Barcelona vardır ya da Real Madrid. Kralın takımı onu isteyince ve Chelsea’nin tatmin olacağı miktarı verince onun için İspanya kariyeri başlamış oldu. Madrid’de daha çok yaşamış olduğu sakatlıklar önünü kapasa da, onun artık işe yaramaz bir futbolcu olduğu düşünülmeye başlanmışsa da Bayern Münich ona bir şans daha verdi ve karşılığını fazlasıyla aldı. Bundesliga şampiyonlukları, Almanya Kupası zaferleri ve nihayet şampiyonlar ligi şampiyonluğu… Münih yıllardır özlemini çektiği kupayı sol kanatta uçan bir Hollandalı ile kazandı. Onun dengesiz bir futbolcu olduğu da çokca söylenir. 2010’da İspanya ile oynanan final maçında kaçırdığı golden sonra İniesta’nın attığı golle kupayı kaybedişleri, 2012’de B.Münih ile şampiyonlar ligi finalinde uzatmanın ilk devresi penaltı kaçırması ve kupayı yine kaybedişleri, yine 2012’de B.Dortmund ile oynanan kritik maçta penaltı kaçırması, 4 kritik pozisyonu gole çeviremeyişi ve maçı kaybetmeleri… Bu hüsranların sonunda şunu da rahatlıkla söyleyebilirim ki; Robben bu hüsranların acısını teker teker çıkarmıştır. En son 2012 Dünya Kupası’nda İspanya’yı 5lemelerinde en büyük pay sahibi olan uçan Hollandalı 2 de muhteşem gol atmıştır
          Dünya Kupası zaferi hariç kazanılacak her şeyi kazandı Robben. Önünde oynayabileceği ve kazanabileceği bir Dünya Kupası daha olduğunu unutmayalım. Muhteşem deparları, bitirici gol vuruşları, tekniği ve oyun zekası ile günümüz Hollanda’sının Van Persie ve Sneijder ile beraber 3 en iyi futbolcusundan biridir. Sözleşmesini de yenileyen Robben Münich’de futbol kariyerine, daha doğrusu uçuş kariyerine devam edecek. Bizde zevkle izlemeye.  Kariyerinin en iyi günlerini geçirdiği Münih'te Van Gaal, Heynckes ve Guardiola gibi teknik adamlarla çalışmış olması da onu mental anlamda çok geliştirdi. Kendine olan güvenini tekrar kazandığında aklında sadece kupalar kazanmak ve kendisini Madrid'de bitmiş olarak gören insanlara karşı yeniden ispat etmek vardı. Belki de sonradan acısını çıkardığı malum hataları da bu hırsı yüzünden yapmıştı. Ama onları da alt etmesini bildi. Bu da kişiliğinin ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Onun için artık tek hedef Dünya Kupası Şampiyonluğu. Hollanda'yı artık 3 kişi ne kadar sırtlayabilirler, bunu kestirebilmek ise güç.
                                                                                                                                                                   Yasin IŞILDAR

14 Temmuz 2014 Pazartesi

EFSANEVİ KIVILCIMLAR


                           
           
            James Rodriguez…  2014 Dünya Kupası’nda en büyük parlamayı yapan oyuncu. Buraya yazılmasının nedeni ise herhangi bir aksilik olmaz ise kendisinin zaten bir futbol efsanesi olacağının gayet açık bir şekilde görülmesidir. Mimikleri ve surat ifadesi ile CR7’ye çok benzeyen James bu turnuvada Falcao’suz Kolombiya’nın eli ayağı oldu. Jeneriklik gollerden  fırsatçılığa, oyun kuruculuktan boş alan yaratmasına kadar muhteşem bir teknik kapasiteyle izleyenleri hayran bırakan 91 doğumlu Kolombiyalı onu tanımayan futbolseverler için çok büyük bir sürpriz oldu. Akla gelen en güzel sürprizlerden… Tanımayanlar olabilir çünkü, Banfield’dan Porto’ya gelen genç yıldız ardından büyük bir sermaye sahibi olan yeni yetme paralılardan Monaco’ya transfer oldu ve Fransa ligi pek de takip edilen bir lig değil. En azından bir Premier lig veya LA Liga hiç değil. Oysa James turnuvadan önceki sezonda da Fransa’da çok büyük işler yaptı. 34 maçta 9 gol atan James birçok maçı da kazandıran isim oldu.  Monaco’nun yıldız oyuncusu kim deseniz turnuvadan önce çoğu kimse Falcao diyecektir ama bu çocuk sanırım bu görüşü de değiştirdi bile. Şimdiden Real Madrid’in onun için kasayı boşaltmayı düşündüğü ve Di Maria’yı gözden çıkardığı konuşulmakta. Milli takımının altyaş gruplarında kalitesini gösteren,  Arjantin’de önemli işler yapan James’i futbolla yakından ilgilenenler zaten tanıyordu. Kendisi bir rekora da şimdiden sahip. Arjantin liginin forma giyen en genç oyuncusu oldu. (17). James oynadığı ilk Dünya Kupası’nın gol kralı olup altın ayakkabının da sahibi oldu. 45 milyon euro ile arap sermayeli Monaco’ya transfer olduğunda tıpkı Hulk’un Rusya’ya transferindeki gibi üzüldüğümüz  James umarım daha büyük zevkle izlediğimiz bir kulübe transfer olur da kendisini daha sık ve daha kolay izleyebiliriz. Kişisel kanaatim yetenek bazında Messi ve C.Ronaldo ile birlikte James’in ayrı bir 3lü olduğudur. Bu cümle İbrahimovic veya Suarez gibi psikomanyak olduğu kadar yıldız olan futbolcuları geçtiği anlamına gelmesin, henüz daha 24 yaşından yeni gün aldı. Ancak futbolu oynayışı, yetenek ölçüsü ve bana verdiği izlenim bu yönde. Bazen düşünürüm, İspanya’da Real Madrid ve Barcelona gibi aynı kalibrede bir 3.takım olsaydı da James’de bu takımla diğer iki yıldıza rakip olsaydı. Sanırım çok büyük ihtimal bu olay şöyle gerçekleşecek; MESSİ-NEYMAR’a karşı RONALDO-RODRIGUEZ. Ne dersiniz, bu da harika olmaz mı ? Ülkemizin futbolunun rezil ortamından sonra gözümüzün pasını sildiği için Rodriguez’e minnettar olmalıyız sanırım. Az önce Neymar demiştik dimi? Rodriguez’i görünce Neymar’a harcanan paraların boşa olduğunu düşünenler de az değil. Ben onu Neymar ile karşılaştırmak istemiyorum ama bu adam bu yaşta Porto ve Monaco’da muhteşem performanslar gösterip, muhteşem paralar kazanmaya başladı ve ülkesini çeyrek finale çıkardı. Hakemler adil olsa belki daha da ileriye.  Brezilya’ya elendiklerinde bir çocuk gibi ağladı sahanın ortasında. Verdiği büyük emekler hakem müsveddeleri ve David Luis ‘in muhteşem oyunu sayesinde terle karışık göz yaşı olarak aktı yanaklarından. Ayrıca dünya kupasının gol kralı James Rodriguez. Efsane benim diyor genç yıldız.

            Gözümüzün pasını silen, 2014 dünya kupasını daha çok sevdiren adam. Daha büyük kulüplerde oynamayı hak ediyorsun. Umarım futbol yaşantın böyle devam eder de, biz de seni zevkle izlemeye devam ederiz.

                                                      Yasin IŞILDAR 




TEŞEKKÜRLER GLADYATÖR NO TOTTİ NO PARTY !!!

 




        Hani deriz ya bizim zamanımızda ne adamlar vardı diye… İşte Totti onlardan biri. İtalyan futbolunun yaşayan efsanelerinden olan Totti bu yıl aktif futbol hayatını noktalayacak ama onun izlettiği zevkli ve klas futbol ve çocukluğumuzdan gençliğimize dek hayranlıkla izlediğimiz 10 numaralı Roma forması asla zihinlerimizden silinmeyecek.  Henüz bırakmadı futbolu. Daha 1 yılı var. Şu ana dek 674 maçta 282 gol ve 156 asisti var. Bir on numaradan daha fazlasını bekleyemezsin. Bu en fazlası zaten. Golü koklama özelliği diye bir şey varsa bu özellik sanırım Totti’nin özel güçlerinden.  O Los Galacticos’un transfer edemediği ender yıldızlardan. Tıpkı Gerrard gibi takımının sahibi ve efsanesi konumunda diyebiliriz Totti için. Roma’nın gladyatörü…1984 yılında Fortitudo takımında futbola başlayan Totti, 1989 yılında AS Roma'nın minik takımına geldi.Totti futbol için çıldırıyordu fakat ailesinin maddi durumu iyi olmadığından okulu bırakan Totti, henüz 16 yaşında A takımda şans buldu. Yeteneği herkes tarafından fark edilmişti artık. Tabi kimse onun Roma’nın idol isimlerinden biri olacağını o zamanlar kestiremezdi. 1998-1999 sezonunda Serie A'nın en iyi genç oyuncusu seçildi.2000 yılında İtalya'da yılın futbolcusu ödülünü alan Totti aynı yıl İtalya Avrupa Kupası finalini kaybetse de maçın adamı seçilmişti. Roma’ya şampiyonluklar kazandıran Totti, İtalyan milli takımı ile de dünya kupası kazanmıştır. Altın ayakkabı ödülünü de es geçmeyen efsane İtalyan  IFFHS'de 2011 yılında C.Ronaldo,Wayne Rooney,Del Piero gibi oyuncuları geçerek Avrupa'nın en popüler futbolcusu seçilmiştir.
        Takımına bağlılıyla modern zamanın kölelerinden olmadığını kanıtladı Gladyatör. O Roma’nın efsanesi ve idolüydü ve diğer birçok yıldızın yaptığını yapmadı. Aslında yapamadı desek daha doğru. Çünkü onun en büyük özelliklerinden biri de tribünden gelme bir Roma’lı olması. O efsanesi olduğu kulübün aynı zamanda bir taraftarı da. E Roma taraftarı bu adamı bağrına basmasında ne yapsın daha ? Birbir tükenen sembol oyunculardan biri olan Totti bu yönüyle biz futbolseverlerin kalbini kazanmış durumda zaten. Yazımı yazarken zaten en çok bu yönüne vurgu yapıyorum, çünkü bu adamlardan fazla kalmadı ve Totti de bu sezon sonu kramponlarını asıyor. 13/14 forma tanıtımında ‘’bu forma giyeceğim son forma olacak’’ cümlesiyle sevenlerine mesajını vermişti Totti. Umarım onu futbolun içinde görmeye devam ederiz. Birbir gidiyorlar  Del Pierolar, Nedvedler, Maldiniler, Cafular… Şu isimleri sayarken ‘’ne adamlar izlemişiz be…’’ diyorum.  Totti’nin hayranlarına bir de haberi var. 1993’ten 2013’e kadar uzanan ROMA kariyeri 5 dvd’lik bir setle satışa çıkacak.

      
 10un gibiler çok yetişmiyor maalesef. Hele ki modern futbolda.  Grazie GLADIATOR !

                                         
                                                                                                       YASİN IŞILDAR

BAHTSIZ GENERAL

          

      Kimilerine göre üstün Alman teknolojisiydi. Kimilerine göre bir lider. Kimilerine göre ise görev adamı. Hem de en iyi yapanından. Ama kimse Michael Ballack’ın futbola bir dönem damgasını vuran futbolculardan biri olmadığını söyleyemez. Bu yazının devamını okuyacaksanız buna katılıyor olmanız gerekir zaten…



       Futbola Almanya’nın Chemnitz takımında başlayan Ballack 2 sezon gibi kısa bir sürede daha rütbeli bir takım olan Kaiserslautern’in dikkatini çeker. Yine 2 yıl oynadıktan sonra bir kademe daha atlayarak Bayer Leverkusen’e transfer olur. Adım adım ilerleyerek, basamakları tek tek çıkarak zirveyi hedeflemektedir o sıralar. Bayer Leverkusen’de  geçirdiği 3 yılın ardından büyük bir yıldıza dönüşür ve Almanya Milli takımının en büyük kozu olur.Bir orta saha oyuncusu olmasına rağmen 79 maçta 27 gol atar ve katlarcası asist yaparak modern Alman futbolunun en büyük temsilcisi olur. Artık zirveye çıkma vakti gelmiştir. Bayern Münih tabiki Almanya’nın zirvesine oturmuş Ballack’ı kimselere kaptırmayacaktır.
  Yıldıray Baştürk’lü, Ze Roberto’lu Leverkusen Ballack’ın önderliğinde çok başarılı sezonlar geçirmişti ve şampiyonlar liginde final oynamıştı. Artık Münih zamanı gelmiş çatmıştı. Bundesliga ne zaman bir futbolcu parlattıysa, zaten Bayern Münih onu ya alacaktır ya alacaktır. Ballack, Münih’te 3 Bundesliga şampiyonluğu, 3 Almanya kupası kazanmıştı.

        Artık yurt dışında büyük bir kulüpte oynamalıydı. Abramovich’in dikkatini çekmesi çok uzun sürmedi ve Chelsea Ballack’ı renklerine kattı. İlk sezonunda çok verimli olamasa da ikinci sezonunda büyük işler yaptı. İngiltere’deki günlerinden bir anekdot… Kendine bir ev satın almayan Ballack Londra’da dikkatleri çeker ve bu konuda birçok soruya maruz kalır. Ancak Londra’da ev almamasını çok net ifade eder. Kimi vay cimri desin kimi zeki adam desin ama olay bu: ‘’  Burada dandik bir eve verecegim parayla almanya da sato alırım.’’
      Ayrıca kariyerinde iki tane "terrible horror" diye anılan korkunç üçleme sezonları vardır. 2001-2002 sezonunda Bayer Leverkusen ile son üç haftasına beş puan önde girdikleri ligde şampiyonluğu bir puan farkla Borussia Dortmund'a kaptırmışlar, şampiyonlar ligi finalinde Real Madrid'e 2-1 yenilerek kupayı kaldırma şansını kaybetmişler, Almanya milli takımıyla birlikte 2002 Dünya Kupasında ise ,kırmızı kart cezası sebebiyle oynayamadığı, final maçını Brezilya'ya 2-0 kaybederek ikincilikle yetinmek zorunda kalmışlardır. 2008 yılında ise Chelsea ile birlikte aynı senaryoyu yaşamak zorunda kalan Ballack, sezonu Manchester United'ın iki puan gerisinde tamamlayarak hayal kırıklığı yaşamıştır, şampiyonlar liginde ise berabere biten doksan dakinanın sonunda Manchester United'a penaltılarla kaybederek kupayı kaldıramamıştır. 2008 yılının yazında, üzücü geçen sezonun ardından Almanya milli takımıyla birlikte Euro 2008'de final oynamış, fakat İspanya Torres'in 33.dakikada attığı golle kupayı kazanmış, Ballack ve arkadaşları ise yine ikincilik ile yetinmek zorunda kalmışlardır. Bu iki sezonun ardından Almanya'da esprilere konu olmuştur.
      Tüm bu bahtsızlıklara rağmen kazanılan bu kadar kupa,  kazanılan saygının büyüklüğü akıttığı terin boşa olmadığını gösteriyor. Onun en büyük özelliğini söyleyelim Ballack’ı unutan futbolseverlere. O bir defans, bir orta saha ve aynı zamanda bir forvetti. Şuan kaç futbolcu sayabiliriz ki böyle? Bir elin parmaklarını geçmeyecektir.


                                                                               YASİN IŞILDAR

13 Temmuz 2014 Pazar

OSTRAVANIN MARADONASI, GALATASARAYIN BAROSU







       Orta Avrupa’ya has o güzel doğası ile hayran kalacağınız bir yer Ostrava. Ancak Ostrava’nın güzelliğini perçinleyen ve adını dünyaya duyuran olay soğuk bir Ekim ayında gerçekleşti. Tabi ki Milan Baros dünyaya geldiğinde bundan kimsenin haberi yoktu ama 1987de Vigantice’de forma giymeye başladığında herkesin dikkatini çekmeye başlamıştı. Milli takım teknik ekibinin futbolcu havuzuna hiç düşünmeden eklediği bu adamın doğduğu kentin takımı ve ülkesinin en köklü takımlarından Banik Ostrava’ya transfer olması çok uzun sürmedi. Oynadığı her maç taraftarlardan ziyade rakiplerini dahi şaşırtan bu genç, Ostravanın Maradonası lakabını aldı. Bu lakabı kazanabilmesi bile onu ‘’efsaneler’’ arasına koymak için geçerli. Çek Cumhuriyeti’nden bugüne kadar başka Maradona çıkabildi mi?         
      İngiltere’nin en ünlü, en başarılı ve buna rağmen yıllardır şampiyonluğa hasret, efsaneler çıkarmaya alışık liman kentinin takımı olan Liverpool Baros’u kimseye kaptırmadan takımına kattı ve santrafor mevkisinde yeni bir yıldıza yer açıldı Kırmızılarda… İstanbul’da Şampiyonlar Ligi finalinde santra yapan isim olarak hepiniz hatırlarsınız. Gerrard önderliğindeki Kırmızılar Baros’lu hücum hattıyla Juventus, Chelsea gibi takımları teker teker elerken Milan’ında bu takımlara katılacağına kimse ihtimal vermiyordu. Ama sonrası malum. 
      Çeklerin tarihe geçen futbol yıldızlarının başında geliyor Milan Baros. Euro 2004’te gol kralı olurken attığı gollerin sayısından çok saha içindeki çalışkanlığı ve estetik bitiriciliği ile bütün Avrupa’ya kendisini kanıtladı. Altın ayakkabı da kazanan efsane Liverpool’dan sonra Aston Villa’ya transfer oldu. Ciddi bir sakatlık atlattı. 6 ay sahalardan, gollerinden uzak kaldı. Buna rağmen bir maç çıkışı, o dönem Chelsea teknik direktörü olan Jose Mourinho ona olan hayranlığını dile getirmiş ve onu Chelsea’ye kazandırmak istediğini söylemişti. Villa’dan sonra o dönem Fransa’da şampiyonluklara ambargo koyan O.Lyon’a katılan Ostrava’nın Maradonası  burada yaşadığı saha içi olaylar ve aldığı rekor trafik cezası ile konuşuldu daha çok. Kariyerinin düşüşte olduğu söylenirken devre arası Porsmouth’a transfer olan Baros takımına FA Cup’ı kazandırdı ve henüz bitmediğini herkese ilan etti.


        Ve GALATASARAY günleri… Kariyerinin en verimli çağları… Taraftarın sevgilisi oldu İstanbul’da Baros. Adına besteler yapıldı. Ali Sami Yen Stadı hemen hemen her maç Baros’lu gol anonslarına iyiden iyiye alışmıştı. . 2008/2009 sezonunda UEFA Avrupa Ligi ve Türkiye Kupası maçları ile toplamda 28 gole ulaştı. Türkiye’de gol krallığı yaşadı. Harry Kewell ile müthiş bir ikili oluşturdu. ( Liverpool’un Şampiyonlar Ligini kazandığı maçın santrasını yapan ikili. ) Bir Fenerbahçe maçında yaşadığı talihsiz sakatlıktan sonra uzunca süre takımından ayrı kalan Milan Baros dönüşünü Ankaragücü maçında dk 74’de girerek yaptı ve 90+3’de golünü attı. Galatasaray taraftarı göz bebeğinin dönüşünü ‘’Return of the King’’ olarak adlandırdı. Ama sakatlıklar birçok efsaneye yaptığı gibi Baros’u da kolay kolay bırakmadı. Bizi bu futbol zevkinden mahrum bıraktı. Formunu sakatlık öncesine kadar götüremeyen Baros… Takımın en kötü olduğu zamanlar da bile terinin son damlasına kadar oynayan, hiçbir zaman sorun çıkarmayan, takımın genç oyuncularına sahip çıkan, bir yabancı oyuncu olmasına rağmen armasını sonuna kadar sahiplenen, Galatasaray formasını sırtından çıkarmayan oğlu ile şampiyonluk kutlamalarında doyasıya eğlenen ve golleri, asistleri ile rakiplerini korkutan, hatta transfer olduğunda rakip takım taraftarlarının önce inanamadığı bu ismi GALATASARAY taraftarı asla unutmayacak. Evet Çeklerin efsanesi, Ostrava’nın Maradonası oldu o. Ama aynı zamanda Galatasarayın asla unutulmayacak yabancıları arasına ismini en üstlere yazdırdı. Hala sokaktan geçerken çocukların mahalle maçlarında kendilerine Baros dediğine şahit olduğum doğrudur.
           
                                       YASİN IŞILDAR

MAJESTELERİ

       


     Bu yazıda Jordan’ın biyografisine girmeyi hiç düşünmüyorum. Kariyer ortada.  Jordan diyince aklıma gelenleri yazmak istiyorum.



     Birçoğumuzun basketbolu sevme nedenidir Majesteleri. İnanılmaz başarı öyküsünün ardındaki azmi, sabrı ve gücü kimlere ilham olmadı ki? Ürdün ( Jordan ) Havayolları sırf bu adam yüzünden ismini Jordan Airlines  yapamamıştır. Dipnot olsun hafızalara…
    Hepimizi NBA manyağı yaptı o. Gözü kapalı serbest atışları, akıl almaz smaçları, sportmen kişiliği ve lafı gediğine sokan sözleri… Basketbolun en büyük efsanesi olduğu bir gerçek. ‘’Space Jam’’ filmi ile de daha birçok kişiyi etkilemeyi başarmıştır. Hiç basketbol izlemeyen insanların o filmden sonra NBA izlemeye başladığını ben şahsen gördüm.
    Chicago Bulls’un tüm şampiyonluklarının ardında imzası olan bu adam özellikle serbest atış çizgisinden uçarak smaç bastıktan sonra ‘’Uçan Adam’’ olarak anılmış ve Nike ile sponsor olarak anlaşmasından sonra ‘’Air Jordan ‘’ isimli ayakkabıları yok satmıştır. Oynadığı dönemde de tüm sporlar baz alındığında dahi en çok kazanan ondan başkası değildi.
    Hala onun eski maçlarını arayıp izlemek en büyük hastalıklarımızdan biridir. NBA demek biraz da Michael Jordan demek. Diğerlerine haksızlık ama bu gerçek. Şu günlerde yıldızı parlayan her NBA oyuncusu da onunla karşılaştırılıyor.
   O basketbol kariyerini noktaladığında, onunla beraber basketbol izlemeyi bırakan büyüklerimiz de yok değil. Hatta bazı rivayetlere göre, Chicago Bulls ile şampiyonluklara ambargo koyup rakipsiz olduğu için bir süre sonra bahis mafyaları olaya el atmış ve onu tehdit ederek basketbolu bıraktırmıştır. Pek de şaşmamak gerek.
   Majestelerinden birkaç sözle noktalayalım.

     Ben sahada 5 kişiyi nasıl geçecegimi değil, o beş kişinin beni nasıl durduracağını düşünürüm.
 Hayatım boyunca hata üstüne hata, hata ve hata yaptım bu yüzden başardım.
 Herkes bir gün Michael Jordan olmak istiyor, Bense her gün Michael Jordan olmak zorundayım.

     Tabi bir de Chicago’da ki koçu Phil Jackson’ın maç içinde oyuncularına sarfettiği bir cümle var ki onu da koymadan edemedim…
 

96/97 sezonunda Chicago Bulls koçluğunu yapan Phil Jackson'in bir macta bitime saniyeler kala son hücum icin aldigi molada oyuncularına verdigi taktik: "Topu Jordan'a verin ve etrafından s..... gidin!"
                                                                 YASİN IŞILDAR

12 Temmuz 2014 Cumartesi

ZİZOU

                                                           



        Zizou doğduğu yeri ‘’turistlerin gezmek istemediği ve görmezlikten gelinen bir yer’’ diye tanımlıyor. O da birçok ünlü futbolcu gibi yoksul bir ailenin çocuğuydu zaten.      
        Baba Zidane oğullaruna  artık daha fazla zaman ayırmak gerektiğini düşünen , emekliliğini bekleyen bir ihtiyar… Çocuklarının isimleri konusunda aslında Kuzey Afrika kökenli bazı insanlardan tepki almamış da değil. Oğullarının hiçbirisi Müslüman ismi taşımıyor. Bu da doğal olarak kendi ırkından olan insanlarda hayal kırıklığı yaşatıyor. Onlara göre baba Zidane köklerine sahip çıkmalıydı… Şimdi gelelim esas oğlan küçük evlat YEZİD’e . Yani Zizou’ya.
        Okul yıllarında tahmin edildiği gibi tam bir futbol hastasıymış Zizou. Derslerine pek önem vermezmiş. Aslında okul onun için kızlarla muhabbet edebilecek bir yer ve maçlardan önce son durakmış diyebiliriz. Abisi onun gelişimini şöyle açıklıyor: ‘’ İlk başlarda onu oynatmak istemiyordum, çünkü çok küçüktü. Fakat o kendini öyle bir yetiştirdi ki arkadaşlarım ‘ya o oynar ya da sen oynamazsın’ demeye başladılar. ‘’ Zaten çok geçmeden Cannes’dan gelen bir yetenek avcısı onu Marsilya’dan koparmış. Dünya futbol tarihine adının yazılacağını o gün tabiî ki bilmiyordu Zizou. 14 yaşında çocukluğu bitmişti. Artık onun için tarih yazma sırası…

        15 yaşında Cannes altyapısında futbola başlar ve 16 yaşında A takıma yükselip profesyonel olur. Daha 17 yaşına basmadan Desailly ve Deschamps’lı  Nantes Atlantique’ye karşı ilk League 1 maçına çıkar. Yine ilk golünü 8 Şubat 1991’de aynı takıma karşı atar. Maçtan sonra başkanından da bir PEUGOT 205’i kapar. Ertesi sene Ligue 2’ye düşen Cannes’da kalması tabiki düşünülemezdi. Bordeaux günleri başlar ertesi sene …Yeni takımında Dugarry ve Lizarazu’yla  Bordeaux’nun üçgeni olarak anılacaklardır.
        Daha ilk milli maçında Çek Cumhuriyeti’ne 2-0 yenilirken sonradan oyuna girip 2 dk da 2 gol atan bu genç yeteneğin talihi de çok etkili olmuş böyle dönüm noktalarında.


        1996’da şimdiki 5.35 milyon euro’ya Juventus’a transfer oldu. Uyum sürecini atlattıktan sonra performansıyla otoritelerden tam not aldı. Burda  Şampiyonlar Ligi kupası hariç tüm başarıları elde etti. Sırada şampiyonlar şampiyonu olmak vardı ve 77 milyon euro’ya Real Madrid’e transfer oldu. . Futbol dünyasından ünlülerin katıldığı bir yemekte Zidane ile aynı masada oturan Real Madrid başkanı Florentino Perez,'real madrid için oynamak ister misin?' diye yazılmış bir peçeteyi Zidane'a göndermiş. Zidane ise cevabını şöyle açıklıyor: ‘'o gece şarap çok güzeldi, benim de keyfim yerimdeydi ve peçetenin altına evet yazdım.’' O artık zirvedeydi, çünkü gittiği takım 20.yy’ın en iyi takımı olarak gösteriliyordu. İlk sezonunda La Liga ve asıl hedefi olan Şampiyonlar Ligi kupasını kazanmıştı. Üstelik golü de Zizou atmıştı ve o gol en güzel şampiyonlar ligi golü seçilmişti. İzlemeyen varsa emin olsun bugüne kadar ki futbolseverlik serüveninde eksik bir şeyler vardır. Finalde yendikleri takım da Yıldıray Baştürk’lü Bayer Leverkusen’di.
         
Samimi olmak gerekirse bir kariyere bu kadar çok başarı , bu kadar kupa sığdırmak hayran olunası bir olay ve Zidane’da saygıların en büyüğünü hak ediyor.
        Başkan Perez’in ‘’LOS GALACTICOS’’ politikasıyla takıma bir sürü yıldız katılmaya başlanmıştı ve zamanla bazı general çatışmaları baş göstermeye başladı. 3 sene hiçbir kupayı kazanamadılar. Zidane Perez’in gitmesiyle 2006’da dünya kupasından sonra emekli olacağını duyurdu. Son Madrid maçında bir kafa golüyle taraftarlara veda etti. O maç herkes 5 numaralı Zidane forması giymişti ve tribünlerde ‘’Büyücülüğün için teşekkürler’’ yazılı bir pankart açılmıştı. Öyle ki bu özel adamın Mayıs 2006’da 59. Cannes film festivalinde belgeseli bile sunuldu.
        Gel gelelim Zizou için çok önemli olan, kariyerinin son turnuvası ve Fransa milli takımına kaptanlık yapacağı 2006 Dünya Kupası’na…
        Çeyrek finalde Brezilya’yı Zizou’nun asisti, Henry’nin golüyle geçen  Fransa, yarı finalde Portekiz’i Zizou’nun golüyle geçmişti. Sırada İtalya vardı ve artık kupa sahibini bekliyordu. Kupanın ve Zinedine Zidane’ın finali…


       7.DAKIKADA PANENKA HAREKETIYLE ŞIK BIR PENALTI GOLÜ ATIP TAKIMINI ÖNE GEÇIREN YINE ZIDANE’DI. ANCAK NE OLDUYSA MAÇIN UZATMA DAKIKALARINDA OLDU. MATERAZZI’NIN GÖĞSÜNE KAFA ATAN ZIZOU MAÇA, SAHAYA, HATTA KARIYERINE KIRMIZI KARTLA VEDA ETMIŞTI. E TABI IŞIN IÇ YÜZÜ BIRAZ INCE…FORMASINI FAZLA ÇEKEN MATERAZZI’YE ‘’FORMAMI ÇOK ISTIYORSAN MAÇIN SONUNDA VERIRIM’’ DIYEN ZIDANE’A , MATERAZZI’NIN KARŞILIĞI FAZLACA AĞIR OLMUŞTU; ‘’FAHIŞE KIZ KARDEŞINI TERCIH EDERIM.’’ TABI ZIDANE’DA DAYANAMAYIP KAFAYI ATMIŞTI. AMA BU OLAY ONUN TURNUVANIN EN IYI OYUNCUSU ÖDÜLÜNÜ ALMASINI ENGELLEYEMEDI.

        Zidane Fransız halkının gözünde cidden bir kahramandan farksız. Futbolculuk kariyerinden sonra aynı sözünü verdiği gibi hiçbir takımla anlaşmamış ve Madrid’de ikinci kez başkan olan Perez’in danışmanlığını, aynı zamanda Real Madrid’in büyükelçisi görevlerini almıştır.
        Bordeaux ve Fransa milli takımından arkadaşı Lizarazu onun için şöyle demişti , ki zaten bu Zidane’ı birkaç cümleyle özetliyor :

        ‘’Eğer top ile ne yapacağımızı bilemezsek onu doğrudan Zidane’a veririz. O nasıl olsa bir şeyler bulur.‘’


                                          YASİN IŞILDAR

SEMPATİK CANAVAR

       



Bu koca adam nasıl tasvir edilir ki? Superman, The Big Cactus, The Big Shaqtus, Dr.Shaq lakaplarından sadece birkaçı. İşin enteresan tarafı, bu kadar korkunç bir görüntüye sahip olan adamın gelmiş geçmiş en sempatik insanlardan biri olması. Basına verdiği sıradışı demeçler, o meşhur break dansı, oynadığı filmler , yaptığı rap albümleri ve 1.55lik eşiyle verdiği sempatik görüntüler de cabası.

         Üvey babasının asker olması bu koca adamın hayatını tümden değiştirmiş. Almanya’ya uzanan bir yolculuk ve sonrasında Avrupa’ya sık sık seminerlere gelen Dale Brown tarafından keşfi. Brown Shaq’la bağlantıyı hiç kesmemiş ve Amerika’da antrenörlük yaptığı koleje almıştır. Şöyle bir ironi var ki Alman sisteminde kendine yer bulamayan Shaq, orda lise takımına girememiş ve sonralarda güçsüz çocukların sahada ufak darbelerle düştüklerini görünce durumu kabullenemediğini ancak kendini asla bırakmadan evinin arkasındaki potayla çalışmalarına  devam ettiğini ve bundan çok şey kazandığını söylemişti.
         Parlak kolej kariyerine çok daha parlak bir NBA kariyeri ekledi koca adam. Onu 1.sıradan draft eden Orlando, Shaq’ın oynadığı her sezon ilkleri başardı. Kariyerinde sadece 1 kere Allstar olamayan (o da uzun süreli sakatlık sonucu performans düşüklüğü nedeniyle) Shaq , çaylak yılında Allstar olmayı başarmıştı ve bu Michael Jordan’dan sonra bir ilkti.
      Lakers günlerinde süper yıldız Kobe ile harika bir ikili oldular ve  takıma Phil Jackson gibi büyük bir antrenörün gelmesiyle çok daha iyi işlere imza atmaya başladılar. 3 kez arka arkaya şampiyon olurlarken, 3 kez finallerin en iyi oyuncusu da tabiki Shaquille O’Neal idi. 2004 yılına gelirken Kobe ile arası bozulan Shaq takas olmak istediğini söyleyince , ilk olarak Nowitzki ile takası konuşuldu ama Dallas buna yanaşmayınca Shaq Miami Heat’in oldu. Burda genç yıldız Wade ile takımı sırtlamaya çalışan Shaq Florida’da ki 2. yılında bir şampiyonluk yüzüğü daha taktı. Miami’den sonra kariyerine Phoenix, Cleveleand ve Boston’da devam etti ve burda noktayı koydu.
         Biraz kendisinden bahsedersek, aslında onun bir kanun adamı olduğunu söylememiz gerekir. Gay bir çifte saldıran suçlunun yakalanmasında Miami Beach polis gücüne yardımcı olmuş, kayıtlı bir polistir. Silah taşıma, rozet takma ve tutuklama yetkisine sahiptir.
        Gözardı edilemeyecek bir sinema kariyerine de sahip olan Shaq, bir insanın hayatında yapabileceği ne kadar sosyallik varsa bunları yapmış bir adam. Amerikan Güreşi organizasyonunda bile sahaya çıkıp dövüşmüşlüğü var ve  2 Nisan 2012’de Miami’de gerçekleştirilen  güreşin de kahramanı olmayı başardı. Rap albümleri dahi olan bu efsane basketbolcunun yapmadığı hiçbir şey kalmamış. Sadece Shaq’ı baz alan bilgisayar oyunları bile çokca gördük.
         20 yıl önce mezun olduğu Louisiana Üni.’nin önünde artık devasa bir heykeli olan Shaq açılışını annesiyle beraber yaptığı heykel için hazırlıksız yakalandığını , çok duygulandığını ve bunun ABD’de ki en iyi heykel olduğunu söyledi.Şampiyonluklar ve ödüllerle dolu olan bir kariyere  gelmiş geçmiş en sempatik basketbolcu figürünüde ekledi 2.20lik dev. Aldığı para cezası sonucu yaptığı muzipliklerle takım arkadaşlarını nasıl güldürdüğünü ve yerlere yatıp isyan ederek cezayla nasıl alay ettiğini hepimiz izlemişizdir herhalde. Hatta videonun sonuna doğru yanına gelen Semih Erden’e ‘’selamün aleyküm baba’’ diyip Semih’i ve bizleri bayağı güldürdüğünü de hatırlayınca eklemek istedim. Yaptığı işten zevk alıp, izleyiciye keyif veren, onu izlemek için gelenlerin ödediği ücreti yaptığı basketbol dışı ekstra şovlarla sonuna kadar dolduran bir adamdı Shaq. En güzel demeçlerinden biriyle yazıyı sonlandıralım o zaman.


       ‘’Ben NBA’in en iyi Amerikan futbolcusuyum (soccer) ve 12 yıldır da NBA’de ki en seksi 2.20lik oyuncuyum.’’ 
                                                    
                                                   YASİN IŞILDAR


Kaptan Diyince; Stevie-G



        Kimilerine göre 8 numara denince akla gelen ilk isim . Kimilerine göre kaptan denince , kimilerine göre ise sadakat …
        Steven Gerrard Merseyside doğumlu fanatik bir Liverpool taraftarıydı . Aslında büyüme sorunu ve buna bağlı olarak belindeki ağrılar onu futbolcu olma konusunda  karamsarlığa sürüklese de Huyton Juniors’ta oynarken kırmızıların scoutları tarafından keşfedilmesi  pek uzun sürmedi . 30 Kasım 1998 günü Vegard Heggem’in yerine oyuna girerken , bu fanatik Liverpool’lu hayatının en önemli  anının verdiği heyecanı iliklerine kadar duyarken , kırmızıların efsanelerinden birisi olacağını bilmiyordu bile . Öyle ki büyük ihtimalle o emekli olduğunda  ‘’8’’ numara müzedeki yerini alacak .
       Yaptığı her orta tehlikeli olan , oyunu bu kadar iyi okuyabilen , her şeyden önemlisi takımın liderliğini , kaptanlık pazubandı takmanın gereklerini bu kadar iyi bilen ve bildiğini uygulayan fazla oyuncu görmedik . Steven Gerrard bunlardan birisi . Pazubant takmak ; takımını hakeme karşı ezdirmemek veya maç öncesi takım arkadaslarını motive etmekten ibaret değil onun için . Takımı yenik iken ayakta tutmak , gerekirse tek başına savaşmak oldu bu Gerrard için çoğu zaman . Çünkü onun en büyük şanssızlığı ; onun dönemindeki Liverpool takımları ister yurtiçi ister yurtdışı hiçbir ezeli rakibinden daha güçlü olmadı . 2005 yılındaki efsane Şampiyonlar Ligi finalini hepimiz hatırlarız . Bir İtalyan takımı ( Milan ) 3-0 öndeyken o maçı hayatta vermez diye bilirdik ama kaptan Stevie-G önderliğindeki  Liverpool bu tabuyu da yıktı . Saha içindeki özverileri hepimizi hayran bırakmıştı . Kaptan arkadaşlarına her şeyin bitmediğini söylerken , onları asla yalnız bırakmayan taraftarlarını işaret edişi kameralara yansıyordu . Kaldı ki unutulmaz geri dönüşün ilk kıvılcımı da onun golüyle gelmişti . Sonrasında gelmiş geçmiş en iyi final geride kalırken , Premier Lig şampiyonluğu yaşayamayan kaptan , Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırmıştı .


       Birçok dönem Real Madrid ve Barcelona’nın kıskacında yer alan Gerrard , kariyerini zirveye taşıyıp çok daha fazla kupa kaldırabilirdi . Ki onun gibi kırmızıların altyapısından yetişip Kop tribününün sevgilisi olan Michael Owen bunu yapıp Madrid biletini cebine koymuştu . Ama Steven Gerrard istediği yerde , tutkunu olduğu Liverpool’da kalıp , çok daha büyük paralara La Liga’da oynayıp kariyerini daha yükseklere taşımayı reddetti . Çünkü o gerçek bir kaptandı ve gemisini terketmek ona yakışmazdı . Şu günlerde 34 yaşına basan Liverpool’un yaşayan efsanesi  Gerrard yine takımının en büyük kozu ve Liverpool hala ezeli rakipleri kadar güçlü bir kadroya sahip değil . ( bunlara Arap sermayesinin el attığı Manchester City’i de ekleyebiliriz .) Ama kaptan düşlediği renkleri   giymenin ve onun için ter akıtmanın mutluluğunu yaşıyor . Şimdilerde diğer bir efsane ; Liverpool’un son şampiyonluğunun arkasındaki isim Kenny Dalglish’le kırmızıları eski günlerine döndürmenin yollarını arıyor . Bunu başaracak yüreğe ve inatçılığa sahip olduklarını 2005’te ispatladılar .

            Umarım futbolu bırakmadan Premier Lig kupasınıda kaldırırsın Stevie-G . Ada da bunu en çok hakeden kuşkusuz sensin .

                                       YASİN IŞILDAR