12 Kasım 2014 Çarşamba
DİPTEYİZ, SONDAYIZ, DEPRESYONDAYIZ
Maça sondan başlamak lazım. Maçın da sonrasından. Fatih Terim'in basın toplantısını hayal kırıklığıyla izledim. Teknik analizi geçtim, takımın maça dair yaptıklarına gelecek yorumlarını geçtim... Takımın hiçbir hatası yok, kendisinin hiçbir hatası yokmuş da onlar günah keçisi ilan edilmişlercesine, sadece taraftara yüklendiği ve taraftarın Federasyon Başkanına ve kendi futbolcularına verdiği tepkiyi eleştirdiği bir basın toplantısıydı. Peki ne yapsın bu insanlar? Sosyal hayatlarında zaten mutsuzlar. Oraya ellerinde ay yıldızlı bayraklarıyla milli takımlarını seyretmeye gidiyorlar, ceplerindeki paradan fedakarlık yaparak. Sahada galibiyet, beraberlik veya mağlubiyet görmek büyük sıkın
tı değil. Mücadele eden, sahada ruhunu ortaya koyan futbolcuyu ve futbolcu topluluğunu her taraftar kitlesi sever ve alkışlar. Senin Brezilya'ya yenilmen zaten olağanüstü bir durum değil. Hele ki bu takımla. Ama ortaya konulan bir direnç yok. Baş kaldırı yok. Sahada isyan yok. Herkes kabullenmiş bir durumda. Kimse de hırs, istek yok. Var da bilmem kaç milyon insanı olan bir ülke mi göremiyor bunu Fatih Terim'den başka? Halkın isyanı neden haksızmış gibi eleştiriliyor bu durumda? Evet kendi ülkende, rakip takım oyuncuları alkışlanırken senin oyuncularının ıslıklanması sana koyabilir. Futbolcuya daha çok koyar. Koymalı! Peki neden bu yanlış davranışı yapmak durumunda kalıyor bu seyirci topluluğu? Neden? Avrupa Elemelerinde 3. olsan bile önümüzdeki turnuvaya katılabileceğin bir durumdayken, bu turnuvaya katılamamak başarı olur ve biz grubun neredeyse en zayıf halkası durumundayız. Neden isyan yok. ''Aldığınız paralar haram olsun ruhsuzlar!!'' klişelerine girmek istemiyorum. Ama ben isyan ediyorum bir futbolsever olarak.
Artık yeter. Artık sahada isyan edin. Artık terleyin. Yürümeyin. Önünüzde koşan rakip futbolcuya müdahele edin. Onu rahatsız edin. Kabullenmeyin!
İsyanın, başkaldırının en büyük simgesi değil miydi Fatih Terim Türk futbolunda?
Ne değişti hocam?
Ne değişti?
Yasin IŞILDAR
Etiketler:
Arda,
blog,
blogspot,
dünya,
Fatih Terim,
federasyon,
football,
forvet,
Futbol,
Futbolcu,
Idol,
İstanbul,
Lider,
profesyonel,
Spor,
Şampiyon,
türkiye,
uefa
14 Ekim 2014 Salı
DERTLER BİR DEĞİL
Nereden başlasak ki... Nereden başlarsak başlayalım gideceğimiz yerlerin ucu bucağı yok, Türk futbolunun sorunlarından bahsediyorsak eğer. Özellikle birkaç turnuvada bir kazanılan başarılar gözümüzü kör etti. Euro 2000'de çeyrek final, 2002 Dünya Kupası'nda 3.lük, Euro 2008'de yarı final... Biz bu başarıları kazanırken futbolumuzun kaliteli olduğunu düşündük, olmayan sistemimizin yani sistemsizliğin bir sistem olduğu yanılgısıyla kendimizi kandırdık. Gelgelelim gerçekçi olan herkes aslında bugünlerin geleceğini ön görebilirdi. Futbolcu tarama sistemimizden başlayalım mesela. Her şeyi öyle bir tesadüfe bırakmışız ki, Gökhan Gönül şuan ülkenin en iyi sağ beki olarak görülürken, onu bile tesadüfen kullanmaya başladık. Fenerbahçe'de Önder Turacı (PSV maçı) sakatlanmasa, milli takımda İbrahim Kaş sakatlanmasa (Norveç maçı) yıllar boyu belki de bu arkadaşların arkasında yedek bekleyecekti Gökhan Gönül. Bu yüzlerce örneğin bir tanesi. Yıllar boyu bir ekol, bir sistem yaratamadık. En azından basketbol milli takımımız için bir savunma takımı diyebilirken futbol takımımız ne bir savunma takımı ne de bir hücum takımı. Büyük ihtimalle Hollanda'nın eskisiyle alakası olmadığı, Çeklerin eskisiyle alakası olmadığı, İzlanda'nın lider olabilmeyi başardığı bir grupta ilk 2'ye bile giremeyeceğiz. İlk 2'nin direkt katıldığı bir turnuvaya katılamamak, hele ki böyle bir grupta... Artık bazı şeyleri ciddiye almamızın zamanının geçtiğini gösteriyor bizlere. Andorra, Malta gibi takımlarla beraber milli takım şuan en az puan kazanan takımlardan biri. Ki kaybetme alışkanlığı da kazanılmış durumda maalesef. Ülkenin en iyi teknik direktörü olarak görülen Fatih Terim milli takımla kabuslar görmeye pek alışık olmadığından ne yapacağını şaşırmış durumda ve öfkeli. İnsanlarda milli duygu kalmamış nerdeyse. Tribünler ev sahibiyken suskun, rakibe baskıya mecal kalmamış, gol yiyince artık alışılmış ve ezik bir durumla karşı karşıya kalmış olmanın verdiği sessiz öfke... Futbol federasyonu için ne söylense az, artık o konulara girmek istemiyorum. Sonuç olarak bizim ülkemizde sistemli bir şekilde futbol eğitimi, futbolcu keşfi, sistem- ekol oluşumu sağlanacağını ve sabırla sürdürüleceğini düşünmediğimden umutsuzum açıkcası. Allah yardımcımız olsun.
YASİN IŞILDAR
Etiketler:
blog,
blogspot,
Fatih Terim,
federasyon,
Futbol,
kupa,
milli takım,
türkiye,
ülke futbolu
16 Eylül 2014 Salı
SON MİLLİ MAÇ- HAZİNSSON
Çok tuhaf bir futbol kültürümüz var. Varımızı yokumuzu veririz desteklediğimiz takımlara. Ama çoğumuz ne bir ürününü alırız ne senede 5 kere maçına gideriz ne de maçına gittiğimizde onun renklerini giyeriz. Milli takımımızı baz alalım. Milli duyguların yoğun yaşandığı, artık kaybetmeye tahammülü olmayan bir kalabalık... Tribünlere bir bak. Kırmızı beyazdan çok siyah deri ceket veya kendi kulüp takımlarının formalarını görürsünüz. Ben Hollanda milli takımının maçlarında her yerin turuncu olmasına hayranım. Bu saha içi ve saha dışı herkesi motive eden bir görselliktir çünkü. Nitekim Fatih Terim'de bunu sıklıkla dile getirir. Her neyse konuyu saptırmadan gelelim muhteşem(!) futbol yöneticilerinin idare ettiği ülke futbolumuza.
Ligimiz ne kadar kaliteli ki, milli takımımızda başarılı olsun denecek noktadayız. Kendi kulüp takımını borç batağına sürükleyip, federasyon başkanı iken diğer futbol takımlarına finans dersi vermeye çalışan bir şahsın yönettiği ülke futbolu ne kadar emin ellerde olabilir? Yabancı kontenjanı saçmalığından bahsetmiyorum bile. Neden önce altyapılara inilmez. Altyapı eğitmenleri, altyapı sistemleri değiştirilmez. Biz dünya 3.sü olduğumuzda kendimizi dünyanın en büyük 3.futbol ülkesi sandık. Ama Almanya aynı turnuvada 2. olduğunda kendini öyle sanmadı. 10 yıl içerisinde öyle atılımlar yaptı ki şuan dünyanın en iyi milli takımı ve alttan harika oyuncular gelmeye devam ediyor. Neden Almanya örnek alınmaz mesela? Yabancı kontenjanı fikrini abartarak sunan federasyon görmüyor mu Türk futbolcularındaki rahatlığı, serbestliği ? Adam niye Avrupa'ya gidip ülkesini temsil etsin ki? Burda 10 kat daha az çalışarak 10 kat daha fazla para kazanıyor zaten. Ayrıca teknik direktörün eli mahkum beni oynatmaya gibi bir psikolojisi var çünkü yabancı oyuncu daha kaliteli veya formda olsa bile onun kontenjan sıkıntısı var. Peki sen kendi liginde form tutamayan yabancı oyuncuların ve eli rahat olan Türk futbolcularınla Avrupa'da nasıl rekabet edeceksin? Mancini ilk geldiğinde söylediği şey; yabancı kuralını kaldırdıktan sonra İtalya milli takımının kupalar kazanmaya başladığıydı. Keza Dünya Kupası'nda eze eze şampiyon olan Almanyada da bizdeki gibi bir durum yok. Bizim gördüğümüzü elbette ki bu kuralı koyanlar da görüyor ama kafalarındaki düşünceye ben ulaşamıyorum. Siz başarabilirseniz bana da anlatın. İlk 2 takımın direkt gittiği Avrupa Şampiyonasına bile gitmemiz sıkıntılı hale gelmiş vaziyette. Üstelik çok iyi bir jenerasyona sahip olduğumuzu düşünürsek... Yoksa biz mi abartıyoruz? Veya bazı entresan kurallar ülke futbolunu ilerletmek yerine geriletiyor mu? Bu mantıkla hiçbir kulübümüz zaten kolay kolay Avrupa'da başarılı da olamaz. En büyük düşmanımız yine kendimiziz malesef. Son milli maçta İzlanda'dan yediğimiz tokat umarım bazılarımızın gözlerini açmıştır.
Yasin IŞILDAR
Etiketler:
Avrupa,
blog,
blogspot,
Fatih Terim,
federasyon,
Futbol,
milli takım,
Spor,
türkiye,
ülke futbolu
11 Eylül 2014 Perşembe
A GRUBU
A grubu diğer gruplara göre biraz da tur için ağır basan takımlardan oluşuyor diyebiliriz. Atl Madrid ve Juve bu grubun tartışmasız iki favorisi. Ancak burda önemli olan mesele şu; birinci kim olabilir? Malmö ve Olympiacos Avrupa Ligi'ne katılmak için birbirlerinden puan almaya çalışacaklar. Madrid ve Torino ekiplerinden alacakları puan veya puanlar onları bu çekişmede avantajlı hale getirecek. Tabi bunu başarabilirlerse.
Atletico Madrid en iyi oyuncularını takımdan gönderdi diyebiliriz aslında. Geçen yıl ki efsanevi sezonda büyük işler yapan Filipe Luis, Courtouis ve Falcao'nun yokluğunu hiç aratmayan Diego Costa Chelsea'ye transfer oldu. Yerlerine kalede güven veren potansiyel bir Courtuois olan Moya, forvete La Liga'da her zaman iş yapabilecek kapasitede olan Mandzukic, Roma'dan tanıdğımız ve ardından Torino'da büyük işler yapan Cerci ve Real Sociedad'tan Griezzman geldi. Ki Griezzman Dünya Kupası'nda Ribery'nin yokluğunda Fransa ilk 11'nde olan bir oyuncuydu. Simeone hiçbir bahane uydurmadan, takım sistemini eskisi gibi makine düzeninde işletmeye devam ediyor. Büyük hoca vesselam! En son Kral Kupasını Los Galacticos'un ellerinden söküp aldılar. Ki Arda Turan da bu maçlar da yoktu. Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkmak için çok yeterli bir kadroya sahipler. Ama bu onları hangi tura kadar taşıyacak orası biraz meçhul.
Juventus'a geçecek olursak eğer, teknik direktörlüğe Allegri'yi getirdiler. Bana kalırsa Conte'den sonra teknik direktör çapları biraz düştü. Kayda değer transferleri bonservisi elinde olan Evra ve Real Madrid'de geçen sene gayet iyi bir performans sergileyen forvet Morata. Tevez ve Vidal için transfer dedikoduları çokca sızdı ama ikisi de takımda kaldı. Onların en büyük kozu yine bu iki oyuncu ve her geçen sene kendini daha da geliştiren Paul Pogba olacak. Başkan Pirlo'nun önderliğindeki ortasahaları en az forvet oyuncuları kadar gole yakın isimlerden oluşuyor. Bu da onları bir değil birkaç oyuncusuyla beraber gol tehditi olan güçlü bir takım haline getiriyor. Geçen seneye göre güç kaybetmediler ama Conte-Allegri değişikliği nelere kadir olacak göreceğiz.Yine de gruptan Atletico Madrid'in ardından 2. çıkacaklarını düşünüyorum.
İsveç ekibi Malmö sahasında almaya çalışacağı puanlarla Avrupa Ligi'ne gidebilirse bu onlar için gayet çekici bir başarı olur. Olympiakos onlara dur diyecektir diye düşünüyorum. Kendi sahalarında da büyük takımlar da dahil olmak üzere kolay puan kaybetmezler. Tur atlamasalar bile 1.yi tayin edecek maçlar Olympiakos ile oynanacak maçlar olacaktır. Özellikle Yunanistan'da.
Dediğim gibi diğer gruplara nazaran tur atlayacak takımlar nispeten belli. Ama şöyle bir farklılık var. Diğerlerindeki gibi 1. veya 2. olarak ağır basan bir takım yok. Atletico Madrid de, Juventus da 1lik ve 2.liğe eşit mesafedeler.
Yasin IŞILDAR
6 Eylül 2014 Cumartesi
B GRUBU
İzlemesi müthiş zevkli olacak diye düşündüğüm bir veya iki gruptan biri B grubu. Şampiyonlar Ligi'nin kralı diyebileceğimiz Real Madrid, bir başka efsane ve Şampiyonlar Ligi'ne hiç gitmemişçesine tepeden tırnağa aç olan idol takım Liverpool, son birkaç yılda büyük işler başaran ve aynı zamanda ülkesinin en iyi takımı olan Basel ile Şampiyonlar Ligi'ne ilk defa katılan, hatta çoğumuzun ismini bile ilk defa duyduğu ve bu arenada ilk kez boy gösterecek olan Ludogorets.
Real Madrid ile başlayacak olursak... Önce gidenlerden başlarsak, Diego Lopez gibi kaliteli, tecrübeli ve yedekliği asla sorun etmeyen bir kişilik nasıl olur da bedavaya Milan'a bırakılır hala anlamış değilim. Keza Xabi Alonso... Gençliğinden itibaren oyuna hızı değil, hücuma katkısı ve oyun zekası ile tekniği ve pas becerisi ile hükmeden bu komple adam nasıl olur da elden çıkarılıp Bayern Münih'in kollarına bırakılır? Sorun onun yaşlanması mı? Hızını kaybetmesi mi? Ama onun en büyük özellikleri gençken de bunlar değildi zaten. Di Maria konusu zaten başlı başına enteresan. Onun gibi takıma hücum anlamında etki eden, defansa yardıma gelen, kanatlardan yaptığı karşı konulmaz bindirmelerine, sert şutlarını ve her halükarda yapabildiği muhteşem ortalarını eklersek, dünyanın hiçbir yerinde kolay kolay bulamayacağınız bir kanat oyuncusunu göndermek bana hiç mantıklı gelmiyor.
Gelenlerde ise daha önceki bir yazımda daha çok izlenebilme olanağı olan ve bizim daha çok izleyebilip keyif alabileceğimiz liglerde oynamasını istediğimiz James Rodriguez var. Dünya Kupası'nın altın ayakkabısı olan bu genç yüz ifadesiyle CR7'i çağrıştırarak zaten olaya 1-0 önde başlıyor. Mükemmel futbol potansiyeli de cabası. Real Madrid'de olmayı hak ediyor. Onun için tek sorun, bu yıldızlar geçitinde kendisini istikrarlı bir şekilde oynattırabilmek ve kalıcılığını sağlamak. Çünkü bu takımda gözünün yaşına bakılmaz. Mesut Özil, Di Maria son örnekleri. Bir diğer takviyeye gelecek olursak Kosta Rika'lı kaleci Navas'ı aldılar. Dünya Kupası'nda kumaşını tüm futbolseverlere kanıtlayan Navas gerçekten de çok iyi bir kaleci. Hatta ülkemize gelse eminim bir Muslera etkisi yapar. Casillas'ın formsuzluğunda kaleyi devralırsa şaşırmam. Levante'de gösterdiğin performans seni kolay kolay Real Madrid'e getirmez. Ama o başardı. Üstüne Dünya Kupası'ndaki oyunu eklenince bu transfer kaçınılmaz oldu tabi. Bir diğer gelen yıldız Toni Kroos. Guardiola çok uğraştıysa da onu takımda tutamadı. Orta sahada oluşturduğu derinlik, oyun zekası, topa hükmetme becerisi, oyun kurma gibi özelliklerine markajını ve hava toplarındaki avantajını da eklersek kesinlikle ilk 11'in değişmez bir oyuncusu olacaktır. Khedira, Modric, Kroos, Rodriguez... Ve forvete nöbetçi golcü sınıfından Chicharito takviyesi gayet makul. Satın alma opsiyonlu kiralık olan forvet sırası geldiğinde işini yapacak bir golcü. Real Madrid'in bu sene dünyanın en pahalı kadrosuna sahip olduğunu unutmayalım. Oynadıkları futbol ve Şampiyonlar Ligi tecrübeleri ile kesinlikle grubun 1 numaralı favorileri.
Gelgelelim Liverpool'a... Sonunda YNWA'u tekrar Şampiyonlar Ligi'nde dinleyebileceğiz. Rodgers gerçekten harika bir takım oluşturdu geçtiğimiz yıl. Uzun zaman sonra şampiyonluğa bu kadar yaklaştılar ama olmadı. Teselli ise bu sene için tazelenen umutlar ve Şampiyonlar Ligi. Suarez'in ayrılışının ardından forvet transferini Balotelli'den yana kullandılar ki; bence Balo, El Pistolero'nun yarısı bile etmez. Bir kere farklı tarzda golcüler. Pek de güvenilir bir adam değildir Balo üstün yeteneklerine karşın. Olumlu bakacak olursak Sterling ve Sturridge'dan mükemmel birer oyuncu yapan Rodgers belki Balo'yu da futbola kazandırabilir. Emre Can, Lallana, Lambert, Lovren, Markovic, Moreno, Manquillo... Hepsi de kadroya mükemmel bir derinlik kattılar. Ama sahanın içinde seni oyunda tutabilecek, Gerrard'la sorumluluğu paylaşabilecek klas bir futbolcu var mı derseniz..? Biraz muamma... Reus, Cavani, Falcao isimlerinden biri bile gelse çok iyi olurdu ama hiçbiri olmadı. Onların en büyük kozu takım oyunu, takım coşkusu ve şampiyonlar ligine aç olan Liverpool tribünleriyle genç ve yetenekli futbolcuları olacak...
Basel özellikle son birkaç yılda Murat Yakın'la beraber mükemmel bir çıkış yaptı. Chelsea galibiyetleri de onları havalı yapmadı değil. Ama grup ikinciliği için Liverpool'u bir adım önde görüyorum.
Belki de Şampiyonlar Ligi elemelerinin en kıyıda köşede kalmış maçıydı Ludogorets-Steau maçı. İlk maçı 1-0 kaybeden Ludogorets kendi sahasında maçın 90.dakikasında gol buluyor. Uzatmaya giden maçın uzatmalarının son dakikasında Ludogorets kalecisi kırmızı kart görüyor. 3 oyuncu değişikliği hakkı dolduğundan kaleye geçen stoper Moti penaltılarda kurtarış da yapınca tur atlayan Ludogorets oluyor. Üstelik Moti, Steau'nun en büyük rakibi Dinamo'nun eski oyuncusu ve bir Rumen. Muhteşem bir hikayeyle adını Şampiyonlar Ligi'ne yazdıran bu Bulgar takımının tabiki bu grupta tur atlama için pek şansı yok. Ama hikayeleri onların burda olmasını istedi.
YASİN IŞILDAR
İzlemesi müthiş zevkli olacak diye düşündüğüm bir veya iki gruptan biri B grubu. Şampiyonlar Ligi'nin kralı diyebileceğimiz Real Madrid, bir başka efsane ve Şampiyonlar Ligi'ne hiç gitmemişçesine tepeden tırnağa aç olan idol takım Liverpool, son birkaç yılda büyük işler başaran ve aynı zamanda ülkesinin en iyi takımı olan Basel ile Şampiyonlar Ligi'ne ilk defa katılan, hatta çoğumuzun ismini bile ilk defa duyduğu ve bu arenada ilk kez boy gösterecek olan Ludogorets.
Real Madrid ile başlayacak olursak... Önce gidenlerden başlarsak, Diego Lopez gibi kaliteli, tecrübeli ve yedekliği asla sorun etmeyen bir kişilik nasıl olur da bedavaya Milan'a bırakılır hala anlamış değilim. Keza Xabi Alonso... Gençliğinden itibaren oyuna hızı değil, hücuma katkısı ve oyun zekası ile tekniği ve pas becerisi ile hükmeden bu komple adam nasıl olur da elden çıkarılıp Bayern Münih'in kollarına bırakılır? Sorun onun yaşlanması mı? Hızını kaybetmesi mi? Ama onun en büyük özellikleri gençken de bunlar değildi zaten. Di Maria konusu zaten başlı başına enteresan. Onun gibi takıma hücum anlamında etki eden, defansa yardıma gelen, kanatlardan yaptığı karşı konulmaz bindirmelerine, sert şutlarını ve her halükarda yapabildiği muhteşem ortalarını eklersek, dünyanın hiçbir yerinde kolay kolay bulamayacağınız bir kanat oyuncusunu göndermek bana hiç mantıklı gelmiyor.
Gelenlerde ise daha önceki bir yazımda daha çok izlenebilme olanağı olan ve bizim daha çok izleyebilip keyif alabileceğimiz liglerde oynamasını istediğimiz James Rodriguez var. Dünya Kupası'nın altın ayakkabısı olan bu genç yüz ifadesiyle CR7'i çağrıştırarak zaten olaya 1-0 önde başlıyor. Mükemmel futbol potansiyeli de cabası. Real Madrid'de olmayı hak ediyor. Onun için tek sorun, bu yıldızlar geçitinde kendisini istikrarlı bir şekilde oynattırabilmek ve kalıcılığını sağlamak. Çünkü bu takımda gözünün yaşına bakılmaz. Mesut Özil, Di Maria son örnekleri. Bir diğer takviyeye gelecek olursak Kosta Rika'lı kaleci Navas'ı aldılar. Dünya Kupası'nda kumaşını tüm futbolseverlere kanıtlayan Navas gerçekten de çok iyi bir kaleci. Hatta ülkemize gelse eminim bir Muslera etkisi yapar. Casillas'ın formsuzluğunda kaleyi devralırsa şaşırmam. Levante'de gösterdiğin performans seni kolay kolay Real Madrid'e getirmez. Ama o başardı. Üstüne Dünya Kupası'ndaki oyunu eklenince bu transfer kaçınılmaz oldu tabi. Bir diğer gelen yıldız Toni Kroos. Guardiola çok uğraştıysa da onu takımda tutamadı. Orta sahada oluşturduğu derinlik, oyun zekası, topa hükmetme becerisi, oyun kurma gibi özelliklerine markajını ve hava toplarındaki avantajını da eklersek kesinlikle ilk 11'in değişmez bir oyuncusu olacaktır. Khedira, Modric, Kroos, Rodriguez... Ve forvete nöbetçi golcü sınıfından Chicharito takviyesi gayet makul. Satın alma opsiyonlu kiralık olan forvet sırası geldiğinde işini yapacak bir golcü. Real Madrid'in bu sene dünyanın en pahalı kadrosuna sahip olduğunu unutmayalım. Oynadıkları futbol ve Şampiyonlar Ligi tecrübeleri ile kesinlikle grubun 1 numaralı favorileri.
Gelgelelim Liverpool'a... Sonunda YNWA'u tekrar Şampiyonlar Ligi'nde dinleyebileceğiz. Rodgers gerçekten harika bir takım oluşturdu geçtiğimiz yıl. Uzun zaman sonra şampiyonluğa bu kadar yaklaştılar ama olmadı. Teselli ise bu sene için tazelenen umutlar ve Şampiyonlar Ligi. Suarez'in ayrılışının ardından forvet transferini Balotelli'den yana kullandılar ki; bence Balo, El Pistolero'nun yarısı bile etmez. Bir kere farklı tarzda golcüler. Pek de güvenilir bir adam değildir Balo üstün yeteneklerine karşın. Olumlu bakacak olursak Sterling ve Sturridge'dan mükemmel birer oyuncu yapan Rodgers belki Balo'yu da futbola kazandırabilir. Emre Can, Lallana, Lambert, Lovren, Markovic, Moreno, Manquillo... Hepsi de kadroya mükemmel bir derinlik kattılar. Ama sahanın içinde seni oyunda tutabilecek, Gerrard'la sorumluluğu paylaşabilecek klas bir futbolcu var mı derseniz..? Biraz muamma... Reus, Cavani, Falcao isimlerinden biri bile gelse çok iyi olurdu ama hiçbiri olmadı. Onların en büyük kozu takım oyunu, takım coşkusu ve şampiyonlar ligine aç olan Liverpool tribünleriyle genç ve yetenekli futbolcuları olacak...
Basel özellikle son birkaç yılda Murat Yakın'la beraber mükemmel bir çıkış yaptı. Chelsea galibiyetleri de onları havalı yapmadı değil. Ama grup ikinciliği için Liverpool'u bir adım önde görüyorum.
Belki de Şampiyonlar Ligi elemelerinin en kıyıda köşede kalmış maçıydı Ludogorets-Steau maçı. İlk maçı 1-0 kaybeden Ludogorets kendi sahasında maçın 90.dakikasında gol buluyor. Uzatmaya giden maçın uzatmalarının son dakikasında Ludogorets kalecisi kırmızı kart görüyor. 3 oyuncu değişikliği hakkı dolduğundan kaleye geçen stoper Moti penaltılarda kurtarış da yapınca tur atlayan Ludogorets oluyor. Üstelik Moti, Steau'nun en büyük rakibi Dinamo'nun eski oyuncusu ve bir Rumen. Muhteşem bir hikayeyle adını Şampiyonlar Ligi'ne yazdıran bu Bulgar takımının tabiki bu grupta tur atlama için pek şansı yok. Ama hikayeleri onların burda olmasını istedi.
YASİN IŞILDAR
3 Eylül 2014 Çarşamba
ÖLÜM GİBİSİN - E
Bugün Şampiyonlar Ligi'nin ölüm grubunu incelesek hiç de fena olmaz diye düşünüp E grubuna bir göz atalım dedik. Bayern Münih tabi ki grubun bir numaralı favorisi. Üstelik takımın en zayıf halkası denen santrafor bölgesine ligdeki en büyük rakibi B.Dortmund'tan Lewandowki'yi aldılar. Neuer'e olabilecek en iyi yedek kaleci için Reina'yı seçtiler ki bu da çok mantıklı bir hamle. Dünyanın en iyi 3 ligindeki tecrübeleri ve Şampiyonlar Ligi oynamışlığı onu bu görev için biçilmiş kaftan yapıyor. Guardiola bununla da kalmayarak zaten iyi olan kadroya sahaya beyniyle hükmeden Xabi Alonso'yu dahil etti. Real Madrid'in Alonso'yu neden hala göndermiş olduğunu anlayabilmiş değilim zaten. Alonso genç olduğu zamanlarda dahi hızıyla değil, top tekniği ve zekasıyla sahaya hakım oluyordu. Ki Liverpool onun yokluğunu gittiğinden beri hala dolduramadı. Keza Real Madrid'de bu sene doldurabilmiş değil. Modric'le aynı oyuncular değiller ki yerine Hırvat yıldız geçebilsin.Konuyu fazla saptırmayalım. Sonuç olarak; Münih şehrinin takımı zaten iyi olan kadrosunu neredeyse yenilmez olabilecek bir hale soktu diyebiliriz.
Manchester City, milyonlarca euro harcayarak çok büyük yatırımlar yapmasına rağmen AVrupa'da bir türlü başarı sağlayamadı. Özellikle Mancini ile Avrupa'da yaşadıkları hayal kırıklıkları onları çok üzmüş olacak ki, artık bir numaralı hedefleri Pellegrini ile Avrupa şampiyonluğu. Porto'dan Fransa milli takımı stoperi genç Mangala'yı aldılar. Orta sahayı zenginleştirme hastalıklarına yine Porto'dan Fernando'yu alarak devam ettiler. Negredo'yu satın alma opsiyonlu Valencia'ya kiraladılar. Geçen sene yine Bayern'le aynı gruba düşmüşlerdi ve Bayern'e karşı biraz aciz kalmışlardı. Her şeye rağmen 2.torba takımı olabildiler ama bu gruptan çıkmak için bir ölçü değil tabi ki. Bekleyip göreceğiz ama Manchester şehrinin mavi tarafı işlerin iyi gitmesini istiyorsa Ettihad Stadyumunda 3te 3 yapmak zorunda. Keza gideceği deplasmanların bir tanesi bile kolay veya sıradan deplasmanlar olmayacak. Bu da onların şanssızlığı.
CSKA Moskova için fazla söze gerek yok. Eski güçlerinde olmasalar da en büyük kozları kendi sahalarında iklim ve taraftar etkisiyle oynayacakları maçlar olacak. Güçleri ne kadar yetebilecek bilmiyorum ama benim grup sonunculuğu için favorim CSKA.
Grubun diğer takımı Şampiyonlar Ligi'nin özlenen takımı Totti'nin Roma'sı. Salih Uçan ve Ashley Cole gibi transferlerle takımı takviye eden Roma grup ikinciliği için Manchester City ile kıyasıya bir yarışa girecek ama aradaki farkı belirleyecek olan iç saha maçları ve Rusya'da alınacak puan veya puanlar olacak. İkincilik için favori her ne kadar Manchester ekibi olarak görünse de onlara fazla da güvenilmeyeceği ortada. Ölüm grubu gerçekten de ölüm gibi. Benim beklentim Münih ve Manchester ekiplerinin gruptan çıkacağı yönünde ama her maç farklı bir sürprizle de karşılaşabiliriz.
YASİN IŞILDAR
Bugün Şampiyonlar Ligi'nin ölüm grubunu incelesek hiç de fena olmaz diye düşünüp E grubuna bir göz atalım dedik. Bayern Münih tabi ki grubun bir numaralı favorisi. Üstelik takımın en zayıf halkası denen santrafor bölgesine ligdeki en büyük rakibi B.Dortmund'tan Lewandowki'yi aldılar. Neuer'e olabilecek en iyi yedek kaleci için Reina'yı seçtiler ki bu da çok mantıklı bir hamle. Dünyanın en iyi 3 ligindeki tecrübeleri ve Şampiyonlar Ligi oynamışlığı onu bu görev için biçilmiş kaftan yapıyor. Guardiola bununla da kalmayarak zaten iyi olan kadroya sahaya beyniyle hükmeden Xabi Alonso'yu dahil etti. Real Madrid'in Alonso'yu neden hala göndermiş olduğunu anlayabilmiş değilim zaten. Alonso genç olduğu zamanlarda dahi hızıyla değil, top tekniği ve zekasıyla sahaya hakım oluyordu. Ki Liverpool onun yokluğunu gittiğinden beri hala dolduramadı. Keza Real Madrid'de bu sene doldurabilmiş değil. Modric'le aynı oyuncular değiller ki yerine Hırvat yıldız geçebilsin.Konuyu fazla saptırmayalım. Sonuç olarak; Münih şehrinin takımı zaten iyi olan kadrosunu neredeyse yenilmez olabilecek bir hale soktu diyebiliriz.
Manchester City, milyonlarca euro harcayarak çok büyük yatırımlar yapmasına rağmen AVrupa'da bir türlü başarı sağlayamadı. Özellikle Mancini ile Avrupa'da yaşadıkları hayal kırıklıkları onları çok üzmüş olacak ki, artık bir numaralı hedefleri Pellegrini ile Avrupa şampiyonluğu. Porto'dan Fransa milli takımı stoperi genç Mangala'yı aldılar. Orta sahayı zenginleştirme hastalıklarına yine Porto'dan Fernando'yu alarak devam ettiler. Negredo'yu satın alma opsiyonlu Valencia'ya kiraladılar. Geçen sene yine Bayern'le aynı gruba düşmüşlerdi ve Bayern'e karşı biraz aciz kalmışlardı. Her şeye rağmen 2.torba takımı olabildiler ama bu gruptan çıkmak için bir ölçü değil tabi ki. Bekleyip göreceğiz ama Manchester şehrinin mavi tarafı işlerin iyi gitmesini istiyorsa Ettihad Stadyumunda 3te 3 yapmak zorunda. Keza gideceği deplasmanların bir tanesi bile kolay veya sıradan deplasmanlar olmayacak. Bu da onların şanssızlığı.
CSKA Moskova için fazla söze gerek yok. Eski güçlerinde olmasalar da en büyük kozları kendi sahalarında iklim ve taraftar etkisiyle oynayacakları maçlar olacak. Güçleri ne kadar yetebilecek bilmiyorum ama benim grup sonunculuğu için favorim CSKA.
Grubun diğer takımı Şampiyonlar Ligi'nin özlenen takımı Totti'nin Roma'sı. Salih Uçan ve Ashley Cole gibi transferlerle takımı takviye eden Roma grup ikinciliği için Manchester City ile kıyasıya bir yarışa girecek ama aradaki farkı belirleyecek olan iç saha maçları ve Rusya'da alınacak puan veya puanlar olacak. İkincilik için favori her ne kadar Manchester ekibi olarak görünse de onlara fazla da güvenilmeyeceği ortada. Ölüm grubu gerçekten de ölüm gibi. Benim beklentim Münih ve Manchester ekiplerinin gruptan çıkacağı yönünde ama her maç farklı bir sürprizle de karşılaşabiliriz.
YASİN IŞILDAR
Etiketler:
bayern munich,
blog,
blogspot,
cska moskova,
E grubu,
Efsane,
fifa,
Futbol,
Futbolcu,
Kaptan,
manchester city,
ölüm grubu,
Roma,
Spor,
Şampiyon,
Şampiyonlar Ligi,
transfer,
uefa
28 Ağustos 2014 Perşembe
Biraz Gündemden Konuşalım
Bir değişiklik yapmaya karar verdim. Ara sıra gündem başlıklarına da değinsem hiç fena olmaz diye düşündüm. Ki buna Şampiyonlar Ligi kura çekiminin yapıldığı günün denk gelmesi güzel bir rastlantı oldu. Grupları değerlendirmeye ülkemizi temsil eden Galatasaray ile başlayacak olursak...
Arsenal şuan için havasında olmayabilir, ancak Ekim'e kadar sakatları düzelecek, yeni santrafor çalışmaları var (Giroud'un sakatlığı sonrası) ve Alexis kadroya tamamen uyum sağlayacaktır. Mesut Özil'in ritm bulması, Arteta ve Ramsey'li Arsenal'in ortasahasına güç katacaktır. Bu yüzden Beşiktaş karşısında gördüğümüz Arsenal'den çok daha farklı bir takım izleyeceğimizi düşünüyorum. Tabi Barcelona, Real Madrid ve B.Münih gibi ekipler yerine herkes Arsenal'i tercih ederdi orası da bir gerçek. Galatasaraylı oyuncular da daha önceki Galatasaray-Arsenal kapışmalarındaki Galatasaray üstünlüğünü zihinlerinin derinliklerinde tutup bu maçlara ister istemez daha rahat ve özgüvenli hazırlanacaklardır.
B.Dortmund grubun en dişli takımı. TT Arena'da alınacak 3 puan yeterli olacaktır diye düşünüyorum. Almanya'da ise Galatasaray kaybederse kimse neden kaybettin demez. Lewandowski'yi kaybettiler ve Serie A gol kralı İmmobile'yi forvet hattına kazandırdılar. İmmobile için de en az 6 hafta geçmesi lazım. Torino'da tüm toplar onda buluşurken, Dortmund'da Lewandowki rolünü üstlenebilecek mi bunu görebilmek için zamana ihtiyaç var. Ancak Aubameyang ve Mikhitaryan ilerde çok etkili olan futbolcular ve üstelik Marco Reus sakatlıktan döndü. Galatasaray'a en çok sıkıntı çektirecek takımın en önemli gol ayakları bu futbolcular olacaktır.
Grubun en zayıf halkası ise Anderlecht. Galatasaray işini sağlama almak istiyorsa mutlak surette bu takımdan 6 puan almalıdır. Belçika futbolu, özellikle milli takımı belki de geleceğin Dünya Kupası şampiyonu. Mükemmel gençlerden oluşan muhteşem bir jenerasyon yakaladılar. Ancak bu takımın yarısından fazlası Belçika dışında futbol oynuyor ve Anderlecht'in o takımın yakınından bile geçeçecek gücü yok. En olgun oyuncuları ön liberoları Defour diyebiliriz. Geçen yıl 1 puan ile Şampiyonlar Ligi'ne veda ettiler. Tek puanlarını da sürpriz bir şekilde 5 gol yedikleri PSG'den koparmışlardı.
Sonuç olarak Arsenal ve Anderlecht'i görüp eski güçlerinde değiller diyip, Dortmund'unda ilk maçında sahasında B.Leverkusen'e kaybettiğini görüp kolay kura veya rahat çıkarız, bizden korkun şeklindeki cümleler pek de mantıklı değil. Çünkü takdir edersiniz ki Galatasaray da 2 sene önce az kalsın Real Madrid'i eleyebilecek takımla aynı seviyede değil. Geçen sene bile grup kuraları çekildiği vakitlerde elinde daha hazır ve daha iyi bir kadro vardı. Her şey zamana bağlı. Zaman içerisinde yapılacak hamlelere. Başarılar Galatasaray...
YASİN IŞILDAR
Etiketler:
Anderlecht,
Arena,
Arsenal,
blogspot,
Borussia Dortmund,
Efsane,
Florya,
Futbol,
Galatasaray,
Gol,
Klopp,
Prandelli,
Spor,
star,
Şampiyon,
Şampiyonlar Ligi,
taraftar,
Wenger,
yıldız
19 Temmuz 2014 Cumartesi
BLACK MAMBA
Çok ilginç
değil mi? Hepiniz bilirsiniz koskoca Kobe Bryant’ın isminin bir biftekten
geldiğini. Annesi herhangi bir Çin
lokantasında kobe usulü bir biftek yiyor ve bunu sevdiği için oğlunun adına
Kobe koyuyor. Sanırım hiçbirimiz adımızın
bonfile falan olmasını istemezdi değil mi? Ama Kobe için bu sorun değil. Ne de
olsa o Kobe Bryant. Philadelphia doğumlu Kobe 5 yaşında
ailevi sebeplerden İtalya’ya taşınır ve bu onun için hayatının önemli
evrelerinden biridir. Bir Amerikalı ve İtalya… Orada ilgisi yavaş yavaş
basketboldan futbola kaymadı değil tabi. Ancak bir süre sonra ABD’ye
döndüklerinde Kobe basketbolda babasını bile yenecek kapasiteye ulaşmıştı.
Henüz 13’tü. Lise yıllarında iş ahlakı
ile tanıtmıştı kendisini. Antrenmana ilk giren son çıkandı her başarılı insan
gibi. Lisedeki son senesinde 30 sayı ortalaması yapmıştı ki bu onu çok dikkat
çekici bir duruma getirmişti haliyle. Philadelphia’nın tüm zamanlarının en
skorer oyuncusu oldu. Varın siz düşünün Chamberlain bu sıralamada 3.dür. Tabi başka birçok ödül getirisi de oldu bu
sezonun Kobe’ye. 96 yılında kolej
okumamış Kobe Hornets tarafından seçilip o zamanların ünlü pivotu Vlade Divac
karşılığında Lakers’a takas olmuştu. Haliyle Lakers bunun için çok eleştirildi.
Bugün de aynısı olsa yine eleştirilir. Kobe NBA kariyerinin başlarında en küçük yaşta forma giyen oyuncu ve en küçük
yaşta ilk 5’te başlayan oyuncu gibi rekorların sahibi oldu henüz 18 yaşında.
NBA kariyerinin başlangıcı bile rekorlarla başladı. Nasıl devam edeceğinin
habercisiydi adeta. İlk sezonunda All
Star haftasonunda en genç smaç şampiyonu ve çaylaklar maçında en çok sayı
üreten oyuncu oldu. Gümbür gümbür geliyordu daha ilk sezonunda. Adam olacak
çocuk bellidir derler ya… Kariyerindeki başarılara göz atalım da bu sözün gerçekliğini Kobe nezdinde ispatlayalım;
·
5x NBA Şampiyonluğu(2000,2001,2002,2009,2010)
·
15x NBA All-Star (1998-2013)
·
2x NBA Finalleri MVP (2009-2010)
·
11x All-NBA Birinci Takımı (2002-2004,
2006-2013)
·
2x All-NBA İkinci Takımı (2000,2001)
·
2x All-NBA Üçüncü Takımı (1999,2005)
·
8x En İyi Savunma Beşi (2000, 2003-2004, 2006-2010)
·
2x En İyi Savunma İkinci Beşi(2001,2002)
·
4x NBA All-Star Maçı MVP (2002,
2007, 2009, 2011)
·
1x Slam Dunk Contest (1997)
·
2× NBA Sayı Kralı (2006–2007)
·
Çaylak ikinci beşi (1997)
Naismith Prep Player of the
Year (1996)
NBA’ye adım attığından beri tam bir
winner(kazanan), tam bir lider ve pozisyonunun açık ara en iyi oyuncusudur
Kobe. Modern zaman basketbolunda bir takıma 81 sayı atmak kolay bir iş değil.
Başka yapanı geçtim, yaklaşan bile olmadı zaten. NBA’de karşılaştığı tüm takımlara da 40+ sayı
atmıştır, bunu da belirtmek gerekir. Artık 35 yaşına gelen Kobe eski
görüntüsünden doğal olarak uzaklaşacaktır ama onsuz bir NBA sezonu asla gerçek
bir NBA sezonu olmayacaktır biz Kobe ve onun oyununu sevenler için. Ayrıca Kobe
ile Lebron artık karşılaştırılmasın. Keyfini çıkarın bu işlerin. Her şeyi
karşılaştırmak, birini diğerinden ayırıp onun ateşli bir savunucusu olmak
acayip yersiz. Spor hepsi ile güzel.
Yasin IŞILDAR
15 Temmuz 2014 Salı
UÇAN HOLLANDALI
Doğunun zenginliğini
sömüren Hollanda gemilerinden bir geminin efsanesidir. Fırtınaya yem olur
dinlenmek için Ümit Burnu’na yanaştığı sıralarda. Fakat bölgedeki insanların
bazıları birkaç fırtınada bu gemiyi gördüklerini söylemişlerdir ve bu efsane
dilden dile yayılmıştır. Ardından Uçan Holandalı bir efsane olarak tarihteki yerini
almıştır…
Arjen Robben’in Ümit
Burnu’ydu Real Madrid. Chelsea’den sonra geldiği kralın şehrinde sık sık
sakatlanan Robben için artık herkes o öldü demiş,satıldığında da buna
inanmışlardı. Ama o Münih semalarında tekrar görüldü ve hiç unutulmayacak
performanslara imza attı. En büyük çıkışını birçok Hollandalı’nın yaptığı gibi PSV’de yaptı
Robben. Kezman’la muhteşem bir ikili olan Hollandalı M.United ve Chelsea gibi
takımların dikkatini çekti. Ferguson’un teklifi PSV yönetimi tarafından kabul
görmezken Rus sermayeli Chelsea onu bünyesine kattı. Hollandalı futbolcu, Chelsea ile 2
Premier Lig şampiyonluğu ve 1 Federasyon Kupası şampiyonluğu yaşadı.
Hızıyla başta İngilizler olmak üzere tüm futbolseverleri mesteden Hollandalı
koşmuyor adeta uçuyordu sol kanatta. Chelsea büyük bir takımdı ama her
futbolcunun hayalinde ya Barcelona vardır ya da Real Madrid. Kralın takımı onu
isteyince ve Chelsea’nin tatmin olacağı miktarı verince onun için İspanya
kariyeri başlamış oldu. Madrid’de daha çok yaşamış olduğu sakatlıklar önünü
kapasa da, onun artık işe yaramaz bir futbolcu olduğu düşünülmeye başlanmışsa
da Bayern Münich ona bir şans daha verdi ve karşılığını fazlasıyla aldı.
Bundesliga şampiyonlukları, Almanya Kupası zaferleri ve nihayet şampiyonlar ligi
şampiyonluğu… Münih yıllardır özlemini çektiği kupayı sol kanatta uçan bir Hollandalı
ile kazandı. Onun dengesiz bir futbolcu olduğu da çokca söylenir. 2010’da
İspanya ile oynanan final maçında kaçırdığı golden sonra İniesta’nın attığı golle
kupayı kaybedişleri, 2012’de B.Münih ile şampiyonlar ligi finalinde uzatmanın
ilk devresi penaltı kaçırması ve kupayı yine kaybedişleri, yine 2012’de B.Dortmund
ile oynanan kritik maçta penaltı kaçırması, 4 kritik pozisyonu gole
çeviremeyişi ve maçı kaybetmeleri… Bu hüsranların sonunda şunu da rahatlıkla
söyleyebilirim ki; Robben bu hüsranların acısını teker teker çıkarmıştır. En
son 2012 Dünya Kupası’nda İspanya’yı 5lemelerinde en büyük pay sahibi olan uçan
Hollandalı 2 de muhteşem gol atmıştır
Yasin IŞILDAR
Etiketler:
bayern munich,
blogspot,
bundesliga,
chelsea,
Efsane,
Fenomen,
football,
forvet,
Futbol,
Futbolcu,
Hollanda,
Idol,
kupa,
Netherlands,
Real Madrid,
Robben,
Şampiyon,
uçan hollandalı
14 Temmuz 2014 Pazartesi
EFSANEVİ KIVILCIMLAR
James Rodriguez… 2014 Dünya Kupası’nda en büyük parlamayı
yapan oyuncu. Buraya yazılmasının nedeni ise herhangi bir aksilik olmaz ise
kendisinin zaten bir futbol efsanesi olacağının gayet açık bir şekilde
görülmesidir. Mimikleri ve surat ifadesi ile CR7’ye çok benzeyen James bu
turnuvada Falcao’suz Kolombiya’nın eli ayağı oldu. Jeneriklik gollerden fırsatçılığa, oyun kuruculuktan boş alan
yaratmasına kadar muhteşem bir teknik kapasiteyle izleyenleri hayran bırakan 91
doğumlu Kolombiyalı onu tanımayan futbolseverler için çok büyük bir sürpriz
oldu. Akla gelen en güzel sürprizlerden… Tanımayanlar olabilir çünkü,
Banfield’dan Porto’ya gelen genç yıldız ardından büyük bir sermaye sahibi olan
yeni yetme paralılardan Monaco’ya transfer oldu ve Fransa ligi pek de takip
edilen bir lig değil. En azından bir Premier lig veya LA Liga hiç değil. Oysa
James turnuvadan önceki sezonda da Fransa’da çok büyük işler yaptı. 34 maçta 9
gol atan James birçok maçı da kazandıran isim oldu. Monaco’nun yıldız oyuncusu kim deseniz
turnuvadan önce çoğu kimse Falcao diyecektir ama bu çocuk sanırım bu görüşü de
değiştirdi bile. Şimdiden Real Madrid’in onun için kasayı boşaltmayı düşündüğü
ve Di Maria’yı gözden çıkardığı konuşulmakta. Milli takımının altyaş
gruplarında kalitesini gösteren,
Arjantin’de önemli işler yapan James’i futbolla yakından ilgilenenler
zaten tanıyordu. Kendisi bir rekora da şimdiden sahip. Arjantin liginin forma
giyen en genç oyuncusu oldu. (17). James oynadığı ilk Dünya Kupası’nın gol
kralı olup altın ayakkabının da sahibi oldu. 45 milyon euro ile arap sermayeli
Monaco’ya transfer olduğunda tıpkı Hulk’un Rusya’ya transferindeki gibi
üzüldüğümüz James umarım daha büyük
zevkle izlediğimiz bir kulübe transfer olur da kendisini daha sık ve daha kolay
izleyebiliriz. Kişisel kanaatim yetenek bazında Messi ve C.Ronaldo ile birlikte
James’in ayrı bir 3lü olduğudur. Bu cümle İbrahimovic veya Suarez gibi
psikomanyak olduğu kadar yıldız olan futbolcuları geçtiği anlamına gelmesin,
henüz daha 24 yaşından yeni gün aldı. Ancak futbolu oynayışı, yetenek ölçüsü ve
bana verdiği izlenim bu yönde. Bazen düşünürüm, İspanya’da Real Madrid ve
Barcelona gibi aynı kalibrede bir 3.takım olsaydı da James’de bu takımla diğer
iki yıldıza rakip olsaydı. Sanırım çok büyük ihtimal bu olay şöyle
gerçekleşecek; MESSİ-NEYMAR’a karşı RONALDO-RODRIGUEZ. Ne dersiniz, bu da
harika olmaz mı ? Ülkemizin futbolunun rezil ortamından sonra gözümüzün pasını
sildiği için Rodriguez’e minnettar olmalıyız sanırım. Az önce Neymar demiştik
dimi? Rodriguez’i görünce Neymar’a harcanan paraların boşa olduğunu düşünenler
de az değil. Ben onu Neymar ile karşılaştırmak istemiyorum ama bu adam bu yaşta
Porto ve Monaco’da muhteşem performanslar gösterip, muhteşem paralar kazanmaya
başladı ve ülkesini çeyrek finale çıkardı. Hakemler adil olsa belki daha da
ileriye. Brezilya’ya elendiklerinde bir
çocuk gibi ağladı sahanın ortasında. Verdiği büyük emekler hakem müsveddeleri
ve David Luis ‘in muhteşem oyunu sayesinde terle karışık göz yaşı olarak aktı
yanaklarından. Ayrıca dünya kupasının gol kralı James Rodriguez. Efsane benim
diyor genç yıldız.
TEŞEKKÜRLER GLADYATÖR NO TOTTİ NO PARTY !!!
Hani deriz ya bizim zamanımızda ne adamlar vardı diye… İşte Totti onlardan
biri. İtalyan futbolunun yaşayan efsanelerinden olan Totti bu yıl aktif futbol
hayatını noktalayacak ama onun izlettiği zevkli ve klas futbol ve
çocukluğumuzdan gençliğimize dek hayranlıkla izlediğimiz 10 numaralı Roma
forması asla zihinlerimizden silinmeyecek. Henüz bırakmadı futbolu. Daha
1 yılı var. Şu ana dek 674 maçta 282 gol ve 156 asisti var. Bir on numaradan
daha fazlasını bekleyemezsin. Bu en fazlası zaten. Golü koklama özelliği diye
bir şey varsa bu özellik sanırım Totti’nin özel güçlerinden. O Los
Galacticos’un transfer edemediği ender yıldızlardan. Tıpkı Gerrard gibi
takımının sahibi ve efsanesi konumunda diyebiliriz Totti için. Roma’nın
gladyatörü…1984 yılında Fortitudo takımında futbola başlayan Totti, 1989
yılında AS Roma'nın minik takımına geldi.Totti futbol için çıldırıyordu fakat
ailesinin maddi durumu iyi olmadığından okulu bırakan Totti, henüz 16 yaşında A
takımda şans buldu. Yeteneği herkes tarafından fark edilmişti artık. Tabi kimse
onun Roma’nın idol isimlerinden biri olacağını o zamanlar kestiremezdi.
1998-1999 sezonunda Serie A'nın en iyi genç oyuncusu seçildi.2000 yılında
İtalya'da yılın futbolcusu ödülünü alan Totti aynı yıl İtalya Avrupa Kupası finalini
kaybetse de maçın adamı seçilmişti. Roma’ya şampiyonluklar kazandıran Totti,
İtalyan milli takımı ile de dünya kupası kazanmıştır. Altın ayakkabı ödülünü de
es geçmeyen efsane İtalyan IFFHS'de 2011 yılında C.Ronaldo,Wayne
Rooney,Del Piero gibi oyuncuları geçerek Avrupa'nın en popüler futbolcusu
seçilmiştir.
Takımına bağlılıyla modern zamanın kölelerinden olmadığını kanıtladı Gladyatör.
O Roma’nın efsanesi ve idolüydü ve diğer birçok yıldızın yaptığını yapmadı.
Aslında yapamadı desek daha doğru. Çünkü onun en büyük özelliklerinden biri de
tribünden gelme bir Roma’lı olması. O efsanesi olduğu kulübün aynı zamanda bir
taraftarı da. E Roma taraftarı bu adamı bağrına basmasında ne yapsın daha ?
Birbir tükenen sembol oyunculardan biri olan Totti bu yönüyle biz
futbolseverlerin kalbini kazanmış durumda zaten. Yazımı yazarken zaten en çok
bu yönüne vurgu yapıyorum, çünkü bu adamlardan fazla kalmadı ve Totti de bu
sezon sonu kramponlarını asıyor. 13/14 forma tanıtımında ‘’bu forma giyeceğim
son forma olacak’’ cümlesiyle sevenlerine mesajını vermişti Totti. Umarım onu
futbolun içinde görmeye devam ederiz. Birbir gidiyorlar Del Pierolar,
Nedvedler, Maldiniler, Cafular… Şu isimleri sayarken ‘’ne adamlar izlemişiz
be…’’ diyorum. Totti’nin hayranlarına bir de haberi var. 1993’ten 2013’e
kadar uzanan ROMA kariyeri 5 dvd’lik bir setle satışa çıkacak.
10un gibiler çok yetişmiyor maalesef. Hele ki modern futbolda. Grazie GLADIATOR !
YASİN IŞILDAR
BAHTSIZ GENERAL
Kimilerine
göre üstün Alman teknolojisiydi. Kimilerine göre bir lider. Kimilerine göre ise
görev adamı. Hem de en iyi yapanından. Ama kimse Michael Ballack’ın futbola bir
dönem damgasını vuran futbolculardan biri olmadığını söyleyemez. Bu yazının
devamını okuyacaksanız buna katılıyor olmanız gerekir zaten…
Futbola Almanya’nın Chemnitz takımında başlayan Ballack 2 sezon gibi kısa bir
sürede daha rütbeli bir takım olan Kaiserslautern’in dikkatini çeker. Yine 2
yıl oynadıktan sonra bir kademe daha atlayarak Bayer Leverkusen’e transfer
olur. Adım adım ilerleyerek, basamakları tek tek çıkarak zirveyi
hedeflemektedir o sıralar. Bayer Leverkusen’de geçirdiği 3 yılın ardından büyük bir yıldıza dönüşür
ve Almanya Milli takımının en büyük kozu olur.Bir orta saha oyuncusu
olmasına rağmen 79 maçta 27 gol atar ve katlarcası asist yaparak modern Alman
futbolunun en büyük temsilcisi olur. Artık zirveye çıkma vakti gelmiştir.
Bayern Münih tabiki Almanya’nın zirvesine oturmuş Ballack’ı kimselere
kaptırmayacaktır.
Yıldıray Baştürk’lü, Ze
Roberto’lu Leverkusen Ballack’ın önderliğinde çok başarılı sezonlar geçirmişti
ve şampiyonlar liginde final oynamıştı. Artık Münih zamanı gelmiş çatmıştı.
Bundesliga ne zaman bir futbolcu parlattıysa, zaten Bayern Münih onu ya alacaktır
ya alacaktır. Ballack, Münih’te 3 Bundesliga şampiyonluğu, 3 Almanya kupası
kazanmıştı.
Artık yurt dışında büyük bir kulüpte oynamalıydı. Abramovich’in dikkatini
çekmesi çok uzun sürmedi ve Chelsea Ballack’ı renklerine kattı. İlk sezonunda çok
verimli olamasa da ikinci sezonunda büyük işler yaptı. İngiltere’deki
günlerinden bir anekdot… Kendine bir ev satın almayan Ballack Londra’da
dikkatleri çeker ve bu konuda birçok soruya maruz kalır. Ancak Londra’da ev
almamasını çok net ifade eder. Kimi vay cimri desin kimi zeki adam desin ama
olay bu: ‘’ Burada dandik bir eve verecegim parayla
almanya da sato alırım.’’
Ayrıca kariyerinde iki tane "terrible horror" diye anılan
korkunç üçleme sezonları vardır. 2001-2002 sezonunda Bayer Leverkusen ile son
üç haftasına beş puan önde girdikleri ligde şampiyonluğu bir puan farkla
Borussia Dortmund'a kaptırmışlar, şampiyonlar ligi finalinde Real Madrid'e 2-1
yenilerek kupayı kaldırma şansını kaybetmişler, Almanya milli takımıyla
birlikte 2002 Dünya Kupasında ise ,kırmızı kart cezası sebebiyle oynayamadığı,
final maçını Brezilya'ya 2-0 kaybederek ikincilikle yetinmek zorunda
kalmışlardır. 2008 yılında ise Chelsea ile birlikte aynı senaryoyu yaşamak
zorunda kalan Ballack, sezonu Manchester United'ın iki puan gerisinde
tamamlayarak hayal kırıklığı yaşamıştır, şampiyonlar liginde ise berabere
biten doksan dakinanın sonunda Manchester United'a penaltılarla kaybederek
kupayı kaldıramamıştır. 2008 yılının yazında, üzücü geçen sezonun ardından
Almanya milli takımıyla birlikte Euro 2008'de final oynamış, fakat İspanya
Torres'in 33.dakikada attığı golle kupayı kazanmış, Ballack ve arkadaşları ise
yine ikincilik ile yetinmek zorunda kalmışlardır. Bu iki sezonun ardından
Almanya'da esprilere konu olmuştur.
Tüm bu bahtsızlıklara
rağmen kazanılan bu kadar kupa, kazanılan saygının büyüklüğü akıttığı
terin boşa olmadığını gösteriyor. Onun en büyük özelliğini söyleyelim Ballack’ı
unutan futbolseverlere. O bir defans, bir orta saha ve aynı zamanda bir
forvetti. Şuan kaç futbolcu sayabiliriz ki böyle? Bir elin parmaklarını
geçmeyecektir.
YASİN IŞILDAR
13 Temmuz 2014 Pazar
OSTRAVANIN MARADONASI, GALATASARAYIN BAROSU
Orta Avrupa’ya
has o güzel doğası ile hayran kalacağınız bir yer Ostrava. Ancak Ostrava’nın
güzelliğini perçinleyen ve adını dünyaya duyuran olay soğuk bir Ekim ayında
gerçekleşti. Tabi ki Milan Baros dünyaya geldiğinde bundan kimsenin haberi
yoktu ama 1987de Vigantice’de forma giymeye başladığında herkesin dikkatini
çekmeye başlamıştı. Milli takım teknik ekibinin futbolcu havuzuna hiç
düşünmeden eklediği bu adamın doğduğu kentin takımı ve ülkesinin en köklü
takımlarından Banik Ostrava’ya transfer olması çok uzun sürmedi. Oynadığı her
maç taraftarlardan ziyade rakiplerini dahi şaşırtan bu genç, Ostravanın
Maradonası lakabını aldı. Bu lakabı kazanabilmesi bile onu ‘’efsaneler’’
arasına koymak için geçerli. Çek Cumhuriyeti’nden bugüne kadar başka Maradona
çıkabildi mi?
İngiltere’nin en ünlü, en başarılı ve buna rağmen
yıllardır şampiyonluğa hasret, efsaneler çıkarmaya alışık liman kentinin takımı
olan Liverpool Baros’u kimseye kaptırmadan takımına kattı ve santrafor
mevkisinde yeni bir yıldıza yer açıldı Kırmızılarda… İstanbul’da Şampiyonlar
Ligi finalinde santra yapan isim olarak hepiniz hatırlarsınız. Gerrard
önderliğindeki Kırmızılar Baros’lu hücum hattıyla Juventus, Chelsea gibi
takımları teker teker elerken Milan’ında bu takımlara katılacağına kimse
ihtimal vermiyordu. Ama sonrası malum.
Çeklerin tarihe geçen
futbol yıldızlarının başında geliyor Milan Baros. Euro 2004’te gol kralı
olurken attığı gollerin sayısından çok saha içindeki çalışkanlığı ve estetik
bitiriciliği ile bütün Avrupa’ya kendisini kanıtladı. Altın ayakkabı da kazanan
efsane Liverpool’dan sonra Aston Villa’ya transfer oldu. Ciddi bir sakatlık
atlattı. 6 ay sahalardan, gollerinden uzak kaldı. Buna rağmen bir maç çıkışı, o
dönem Chelsea teknik direktörü olan Jose Mourinho ona olan hayranlığını dile
getirmiş ve onu Chelsea’ye kazandırmak istediğini söylemişti. Villa’dan sonra o
dönem Fransa’da şampiyonluklara ambargo koyan O.Lyon’a katılan Ostrava’nın
Maradonası burada yaşadığı saha içi olaylar ve aldığı rekor trafik cezası
ile konuşuldu daha çok. Kariyerinin düşüşte olduğu söylenirken devre arası
Porsmouth’a transfer olan Baros takımına FA Cup’ı kazandırdı ve henüz
bitmediğini herkese ilan etti.
Ve GALATASARAY
günleri… Kariyerinin en verimli çağları… Taraftarın sevgilisi oldu İstanbul’da
Baros. Adına besteler yapıldı. Ali Sami Yen Stadı hemen hemen her maç Baros’lu
gol anonslarına iyiden iyiye alışmıştı. . 2008/2009 sezonunda UEFA Avrupa
Ligi ve Türkiye Kupası maçları ile toplamda 28 gole ulaştı. Türkiye’de gol
krallığı yaşadı. Harry Kewell ile müthiş bir ikili oluşturdu. ( Liverpool’un
Şampiyonlar Ligini kazandığı maçın santrasını yapan ikili. ) Bir Fenerbahçe
maçında yaşadığı talihsiz sakatlıktan sonra uzunca süre takımından ayrı kalan
Milan Baros dönüşünü Ankaragücü maçında dk 74’de girerek yaptı ve 90+3’de
golünü attı. Galatasaray taraftarı göz bebeğinin dönüşünü ‘’Return of the
King’’ olarak adlandırdı. Ama sakatlıklar birçok efsaneye yaptığı gibi Baros’u
da kolay kolay bırakmadı. Bizi bu futbol zevkinden mahrum bıraktı. Formunu
sakatlık öncesine kadar götüremeyen Baros… Takımın en kötü olduğu
zamanlar da bile terinin son damlasına kadar oynayan, hiçbir zaman sorun
çıkarmayan, takımın genç oyuncularına sahip çıkan, bir yabancı oyuncu olmasına
rağmen armasını sonuna kadar sahiplenen, Galatasaray formasını sırtından
çıkarmayan oğlu ile şampiyonluk kutlamalarında doyasıya eğlenen ve golleri,
asistleri ile rakiplerini korkutan, hatta transfer olduğunda rakip takım taraftarlarının
önce inanamadığı bu ismi GALATASARAY taraftarı asla unutmayacak. Evet Çeklerin
efsanesi, Ostrava’nın Maradonası oldu o. Ama aynı zamanda Galatasarayın asla
unutulmayacak yabancıları arasına ismini en üstlere yazdırdı. Hala sokaktan
geçerken çocukların mahalle maçlarında kendilerine Baros dediğine şahit olduğum
doğrudur.
YASİN IŞILDAR
YASİN IŞILDAR
MAJESTELERİ
Bu yazıda Jordan’ın biyografisine girmeyi hiç
düşünmüyorum. Kariyer ortada. Jordan diyince aklıma gelenleri yazmak
istiyorum.
Birçoğumuzun basketbolu sevme nedenidir
Majesteleri. İnanılmaz başarı öyküsünün ardındaki azmi, sabrı ve gücü kimlere
ilham olmadı ki? Ürdün ( Jordan ) Havayolları sırf bu adam yüzünden ismini
Jordan Airlines yapamamıştır. Dipnot olsun hafızalara…
Hepimizi NBA manyağı yaptı o. Gözü kapalı
serbest atışları, akıl almaz smaçları, sportmen kişiliği ve lafı gediğine sokan
sözleri… Basketbolun en büyük efsanesi olduğu bir gerçek. ‘’Space Jam’’ filmi
ile de daha birçok kişiyi etkilemeyi başarmıştır. Hiç basketbol izlemeyen
insanların o filmden sonra NBA izlemeye başladığını ben şahsen gördüm.
Chicago Bulls’un tüm şampiyonluklarının ardında
imzası olan bu adam özellikle serbest atış çizgisinden uçarak smaç bastıktan
sonra ‘’Uçan Adam’’ olarak anılmış ve Nike ile sponsor olarak anlaşmasından
sonra ‘’Air Jordan ‘’ isimli ayakkabıları yok satmıştır. Oynadığı dönemde de
tüm sporlar baz alındığında dahi en çok kazanan ondan başkası değildi.
Hala onun eski maçlarını arayıp izlemek en
büyük hastalıklarımızdan biridir. NBA demek biraz da Michael Jordan demek.
Diğerlerine haksızlık ama bu gerçek. Şu günlerde yıldızı parlayan her NBA
oyuncusu da onunla karşılaştırılıyor.
O basketbol kariyerini noktaladığında, onunla beraber
basketbol izlemeyi bırakan büyüklerimiz de yok değil. Hatta bazı rivayetlere
göre, Chicago Bulls ile şampiyonluklara ambargo koyup rakipsiz olduğu için bir
süre sonra bahis mafyaları olaya el atmış ve onu tehdit ederek basketbolu
bıraktırmıştır. Pek de şaşmamak gerek.
Majestelerinden birkaç sözle noktalayalım.
Ben sahada 5
kişiyi nasıl geçecegimi değil, o beş kişinin beni nasıl durduracağını
düşünürüm.
Hayatım
boyunca hata üstüne hata, hata ve hata yaptım bu yüzden başardım.
Tabi bir de Chicago’da ki koçu Phil Jackson’ın
maç içinde oyuncularına sarfettiği bir cümle var ki onu da koymadan edemedim…
96/97
sezonunda Chicago Bulls koçluğunu yapan Phil Jackson'in bir macta bitime saniyeler
kala son hücum icin aldigi molada oyuncularına verdigi taktik: "Topu
Jordan'a verin ve etrafından s..... gidin!"
YASİN IŞILDAR
YASİN IŞILDAR
Etiketler:
Amerika,
basketball,
basketbol,
blogspot,
Bulls,
Chicago,
Efsane,
Fenomen,
kariyer,
Legend,
Lider,
majesteleri,
NBA,
profesyonel,
sampiyon,
USA
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)