12 Kasım 2014 Çarşamba

DİPTEYİZ, SONDAYIZ, DEPRESYONDAYIZ


Maça sondan başlamak lazım. Maçın da sonrasından. Fatih Terim'in basın toplantısını hayal kırıklığıyla izledim. Teknik analizi geçtim, takımın maça dair yaptıklarına gelecek yorumlarını geçtim... Takımın hiçbir hatası yok, kendisinin hiçbir hatası yokmuş da onlar günah keçisi ilan edilmişlercesine, sadece taraftara yüklendiği ve taraftarın Federasyon Başkanına ve kendi futbolcularına verdiği tepkiyi eleştirdiği bir basın toplantısıydı. Peki ne yapsın bu insanlar? Sosyal hayatlarında zaten mutsuzlar. Oraya ellerinde ay yıldızlı bayraklarıyla milli takımlarını seyretmeye gidiyorlar, ceplerindeki paradan fedakarlık yaparak. Sahada galibiyet, beraberlik veya mağlubiyet görmek büyük sıkın
tı değil. Mücadele eden, sahada ruhunu ortaya koyan futbolcuyu ve futbolcu topluluğunu her taraftar kitlesi sever ve alkışlar. Senin Brezilya'ya yenilmen zaten olağanüstü bir durum değil. Hele ki bu takımla. Ama ortaya konulan bir direnç yok. Baş kaldırı yok. Sahada isyan yok. Herkes kabullenmiş bir durumda. Kimse de hırs, istek yok. Var da bilmem kaç milyon insanı olan bir ülke mi göremiyor bunu Fatih Terim'den başka? Halkın isyanı neden haksızmış gibi eleştiriliyor bu durumda? Evet kendi ülkende, rakip takım oyuncuları alkışlanırken senin oyuncularının ıslıklanması sana koyabilir. Futbolcuya daha çok koyar. Koymalı! Peki neden bu yanlış davranışı yapmak durumunda kalıyor bu seyirci topluluğu? Neden? Avrupa Elemelerinde 3. olsan bile önümüzdeki turnuvaya katılabileceğin bir durumdayken, bu turnuvaya katılamamak başarı olur ve biz grubun neredeyse en zayıf halkası durumundayız. Neden isyan yok. ''Aldığınız paralar haram olsun ruhsuzlar!!'' klişelerine girmek istemiyorum. Ama ben isyan ediyorum bir futbolsever olarak.
Artık yeter. Artık sahada isyan edin. Artık terleyin. Yürümeyin. Önünüzde koşan rakip futbolcuya müdahele edin. Onu rahatsız edin. Kabullenmeyin!
İsyanın, başkaldırının en büyük simgesi değil miydi Fatih Terim Türk futbolunda?
Ne değişti hocam?
Ne değişti?
                                                                                                               
  Yasin IŞILDAR

14 Ekim 2014 Salı

DERTLER BİR DEĞİL



Nereden başlasak ki... Nereden başlarsak başlayalım gideceğimiz yerlerin ucu bucağı yok, Türk futbolunun sorunlarından bahsediyorsak eğer.  Özellikle birkaç turnuvada bir kazanılan başarılar gözümüzü kör etti. Euro 2000'de çeyrek final, 2002 Dünya Kupası'nda 3.lük, Euro 2008'de yarı final... Biz bu başarıları kazanırken futbolumuzun kaliteli olduğunu düşündük, olmayan sistemimizin yani sistemsizliğin bir sistem olduğu yanılgısıyla kendimizi kandırdık. Gelgelelim gerçekçi olan herkes aslında bugünlerin geleceğini ön görebilirdi. Futbolcu tarama sistemimizden başlayalım mesela. Her şeyi öyle bir tesadüfe bırakmışız ki, Gökhan Gönül şuan ülkenin en iyi sağ beki olarak görülürken, onu bile tesadüfen kullanmaya başladık. Fenerbahçe'de Önder Turacı (PSV maçı) sakatlanmasa, milli takımda İbrahim Kaş sakatlanmasa (Norveç maçı) yıllar boyu belki de bu arkadaşların arkasında yedek bekleyecekti Gökhan Gönül. Bu yüzlerce örneğin bir tanesi. Yıllar boyu bir ekol, bir sistem yaratamadık. En azından basketbol milli takımımız için bir savunma takımı diyebilirken futbol takımımız ne bir savunma takımı ne de bir hücum takımı. Büyük ihtimalle Hollanda'nın eskisiyle alakası olmadığı, Çeklerin eskisiyle alakası olmadığı, İzlanda'nın lider olabilmeyi başardığı bir grupta ilk 2'ye bile giremeyeceğiz. İlk 2'nin direkt katıldığı bir turnuvaya katılamamak, hele ki böyle bir grupta... Artık bazı şeyleri ciddiye almamızın zamanının geçtiğini gösteriyor bizlere. Andorra, Malta gibi takımlarla beraber milli takım şuan en az puan kazanan takımlardan biri. Ki kaybetme alışkanlığı da kazanılmış durumda maalesef. Ülkenin en iyi teknik direktörü olarak görülen Fatih Terim milli takımla kabuslar görmeye pek alışık olmadığından ne yapacağını şaşırmış durumda ve öfkeli. İnsanlarda milli duygu kalmamış nerdeyse. Tribünler ev sahibiyken suskun, rakibe baskıya mecal kalmamış, gol yiyince artık alışılmış ve ezik bir durumla karşı karşıya kalmış olmanın verdiği sessiz öfke... Futbol federasyonu için ne söylense az, artık o konulara girmek istemiyorum. Sonuç olarak bizim ülkemizde sistemli bir şekilde futbol eğitimi, futbolcu keşfi, sistem- ekol oluşumu sağlanacağını ve sabırla sürdürüleceğini düşünmediğimden umutsuzum açıkcası. Allah yardımcımız olsun.
                                                                                YASİN IŞILDAR

16 Eylül 2014 Salı

SON MİLLİ MAÇ- HAZİNSSON



Çok tuhaf bir futbol kültürümüz var. Varımızı yokumuzu veririz desteklediğimiz takımlara. Ama çoğumuz ne bir ürününü alırız ne senede 5 kere maçına gideriz ne de maçına gittiğimizde onun renklerini giyeriz. Milli takımımızı baz alalım. Milli duyguların yoğun yaşandığı, artık kaybetmeye tahammülü olmayan bir kalabalık... Tribünlere bir bak. Kırmızı beyazdan çok siyah deri ceket veya kendi kulüp takımlarının formalarını görürsünüz. Ben Hollanda milli takımının maçlarında her yerin turuncu olmasına hayranım. Bu saha içi ve saha dışı herkesi motive eden bir görselliktir çünkü. Nitekim Fatih Terim'de bunu sıklıkla dile getirir. Her neyse konuyu saptırmadan gelelim muhteşem(!) futbol yöneticilerinin idare ettiği ülke futbolumuza.
Ligimiz ne kadar kaliteli ki, milli takımımızda başarılı olsun denecek noktadayız. Kendi kulüp takımını borç batağına sürükleyip, federasyon başkanı iken diğer futbol takımlarına finans dersi vermeye çalışan bir şahsın yönettiği ülke futbolu ne kadar emin ellerde olabilir? Yabancı kontenjanı saçmalığından bahsetmiyorum bile. Neden önce altyapılara inilmez. Altyapı eğitmenleri, altyapı sistemleri değiştirilmez. Biz dünya 3.sü olduğumuzda kendimizi dünyanın en büyük 3.futbol ülkesi sandık. Ama Almanya aynı turnuvada 2. olduğunda kendini öyle sanmadı. 10 yıl içerisinde öyle atılımlar yaptı ki şuan dünyanın en iyi milli takımı ve alttan harika oyuncular gelmeye devam ediyor. Neden Almanya örnek alınmaz mesela? Yabancı kontenjanı fikrini abartarak sunan federasyon görmüyor mu Türk futbolcularındaki rahatlığı, serbestliği ? Adam niye Avrupa'ya gidip ülkesini temsil etsin ki? Burda 10 kat daha az çalışarak 10 kat daha fazla para kazanıyor zaten. Ayrıca teknik direktörün eli mahkum beni oynatmaya gibi bir psikolojisi var çünkü yabancı oyuncu daha kaliteli veya formda olsa bile onun kontenjan sıkıntısı var. Peki sen kendi liginde form tutamayan yabancı oyuncuların ve eli rahat olan Türk futbolcularınla Avrupa'da nasıl rekabet edeceksin? Mancini ilk geldiğinde söylediği şey; yabancı kuralını kaldırdıktan sonra İtalya milli takımının kupalar kazanmaya başladığıydı. Keza Dünya Kupası'nda eze eze şampiyon olan Almanyada da bizdeki gibi bir durum yok. Bizim gördüğümüzü elbette ki bu kuralı koyanlar da görüyor ama kafalarındaki düşünceye ben ulaşamıyorum. Siz başarabilirseniz bana da anlatın. İlk 2 takımın direkt gittiği Avrupa Şampiyonasına bile gitmemiz sıkıntılı hale gelmiş vaziyette. Üstelik çok iyi bir jenerasyona sahip olduğumuzu düşünürsek... Yoksa biz mi abartıyoruz? Veya bazı entresan kurallar ülke futbolunu ilerletmek yerine geriletiyor mu? Bu mantıkla hiçbir kulübümüz zaten kolay kolay Avrupa'da başarılı da olamaz. En büyük düşmanımız yine kendimiziz malesef. Son milli maçta İzlanda'dan yediğimiz tokat umarım bazılarımızın gözlerini açmıştır.
                                                                                         
                                                                                                               Yasin IŞILDAR

11 Eylül 2014 Perşembe

A GRUBU




A grubu diğer gruplara göre biraz da tur için ağır basan takımlardan oluşuyor diyebiliriz. Atl Madrid ve Juve bu grubun tartışmasız iki favorisi. Ancak burda önemli olan mesele şu; birinci kim olabilir? Malmö ve Olympiacos Avrupa Ligi'ne katılmak için birbirlerinden puan almaya çalışacaklar. Madrid ve Torino ekiplerinden alacakları puan veya puanlar onları bu çekişmede avantajlı hale getirecek. Tabi bunu başarabilirlerse.
Atletico Madrid en iyi oyuncularını takımdan gönderdi diyebiliriz aslında. Geçen yıl ki efsanevi sezonda büyük işler yapan Filipe Luis, Courtouis ve Falcao'nun yokluğunu hiç aratmayan Diego Costa Chelsea'ye transfer oldu. Yerlerine kalede güven veren potansiyel bir Courtuois olan Moya, forvete La Liga'da her zaman iş yapabilecek kapasitede olan Mandzukic, Roma'dan tanıdğımız ve ardından Torino'da büyük işler yapan Cerci ve Real Sociedad'tan Griezzman geldi. Ki Griezzman Dünya Kupası'nda Ribery'nin yokluğunda Fransa ilk 11'nde olan bir oyuncuydu. Simeone hiçbir bahane uydurmadan, takım sistemini eskisi gibi makine düzeninde işletmeye devam ediyor. Büyük hoca vesselam! En son Kral Kupasını Los Galacticos'un ellerinden söküp aldılar. Ki Arda Turan da bu maçlar da yoktu. Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkmak için çok yeterli bir kadroya sahipler. Ama bu onları hangi tura kadar taşıyacak orası biraz meçhul.
Juventus'a geçecek olursak eğer, teknik direktörlüğe Allegri'yi getirdiler. Bana kalırsa Conte'den sonra teknik direktör çapları biraz düştü. Kayda değer transferleri bonservisi elinde olan Evra ve Real Madrid'de geçen sene gayet iyi bir performans sergileyen forvet Morata. Tevez ve Vidal için transfer dedikoduları çokca sızdı ama ikisi de takımda kaldı. Onların en büyük kozu yine bu iki oyuncu ve her geçen sene kendini daha da geliştiren Paul Pogba olacak. Başkan Pirlo'nun önderliğindeki ortasahaları en az forvet oyuncuları kadar gole yakın isimlerden oluşuyor. Bu da onları bir değil birkaç oyuncusuyla beraber gol tehditi olan güçlü bir takım haline getiriyor. Geçen seneye göre güç kaybetmediler ama Conte-Allegri değişikliği nelere kadir olacak göreceğiz.Yine de gruptan Atletico Madrid'in ardından 2. çıkacaklarını düşünüyorum.
İsveç ekibi Malmö sahasında almaya çalışacağı puanlarla Avrupa Ligi'ne gidebilirse bu onlar için gayet çekici bir başarı olur. Olympiakos onlara dur diyecektir diye düşünüyorum. Kendi sahalarında da büyük takımlar da dahil olmak üzere kolay puan kaybetmezler. Tur atlamasalar bile 1.yi tayin edecek maçlar Olympiakos ile oynanacak maçlar olacaktır. Özellikle Yunanistan'da.
Dediğim gibi diğer gruplara nazaran tur atlayacak takımlar nispeten belli. Ama şöyle bir farklılık var. Diğerlerindeki gibi 1. veya 2. olarak ağır basan bir takım yok. Atletico Madrid de, Juventus da 1lik ve 2.liğe eşit mesafedeler.
                                                                                           

                                                                                                   Yasin IŞILDAR

6 Eylül 2014 Cumartesi

B GRUBU 

İzlemesi müthiş zevkli olacak diye düşündüğüm bir veya iki gruptan biri B grubu. Şampiyonlar Ligi'nin kralı diyebileceğimiz Real Madrid, bir başka efsane ve Şampiyonlar Ligi'ne hiç gitmemişçesine tepeden tırnağa aç olan idol takım Liverpool, son birkaç yılda büyük işler başaran ve aynı zamanda ülkesinin en iyi takımı olan Basel ile Şampiyonlar Ligi'ne ilk defa katılan, hatta çoğumuzun ismini bile ilk defa duyduğu ve bu arenada ilk kez boy gösterecek olan Ludogorets.
Real Madrid ile başlayacak olursak... Önce gidenlerden başlarsak, Diego Lopez gibi kaliteli, tecrübeli ve yedekliği asla sorun etmeyen bir kişilik nasıl olur da bedavaya Milan'a bırakılır hala anlamış değilim. Keza Xabi Alonso... Gençliğinden itibaren oyuna hızı değil, hücuma katkısı ve oyun zekası ile tekniği ve pas becerisi ile hükmeden bu komple adam nasıl olur da elden çıkarılıp Bayern Münih'in kollarına bırakılır? Sorun onun yaşlanması mı? Hızını kaybetmesi mi? Ama onun en büyük özellikleri gençken de bunlar değildi zaten. Di Maria konusu zaten başlı başına enteresan. Onun gibi takıma hücum anlamında etki eden, defansa yardıma gelen, kanatlardan yaptığı karşı konulmaz bindirmelerine, sert şutlarını ve her halükarda yapabildiği muhteşem ortalarını eklersek, dünyanın hiçbir yerinde kolay kolay bulamayacağınız bir kanat oyuncusunu göndermek bana hiç mantıklı gelmiyor.
Gelenlerde ise daha önceki bir yazımda daha çok izlenebilme olanağı olan ve bizim daha çok izleyebilip keyif alabileceğimiz liglerde oynamasını istediğimiz James Rodriguez var. Dünya Kupası'nın altın ayakkabısı olan bu genç yüz ifadesiyle CR7'i çağrıştırarak zaten olaya 1-0 önde başlıyor. Mükemmel futbol potansiyeli de cabası. Real Madrid'de olmayı hak ediyor. Onun için tek sorun, bu yıldızlar geçitinde kendisini istikrarlı bir şekilde oynattırabilmek ve kalıcılığını sağlamak. Çünkü bu takımda gözünün yaşına bakılmaz. Mesut Özil, Di Maria son örnekleri. Bir diğer takviyeye gelecek olursak Kosta Rika'lı kaleci Navas'ı aldılar. Dünya Kupası'nda kumaşını tüm futbolseverlere kanıtlayan Navas gerçekten de çok iyi bir kaleci. Hatta ülkemize gelse eminim bir Muslera etkisi yapar. Casillas'ın formsuzluğunda kaleyi devralırsa şaşırmam. Levante'de gösterdiğin performans seni kolay kolay Real Madrid'e getirmez. Ama o başardı. Üstüne Dünya Kupası'ndaki oyunu eklenince bu transfer kaçınılmaz oldu tabi. Bir diğer gelen yıldız Toni Kroos. Guardiola çok uğraştıysa da onu takımda tutamadı. Orta sahada oluşturduğu derinlik, oyun zekası, topa hükmetme becerisi, oyun kurma gibi özelliklerine markajını ve hava toplarındaki avantajını da eklersek kesinlikle ilk 11'in değişmez bir oyuncusu olacaktır. Khedira, Modric, Kroos, Rodriguez... Ve forvete nöbetçi golcü sınıfından Chicharito takviyesi gayet makul. Satın alma opsiyonlu kiralık olan forvet sırası geldiğinde işini yapacak bir golcü. Real Madrid'in bu sene dünyanın en pahalı kadrosuna sahip olduğunu unutmayalım. Oynadıkları futbol ve Şampiyonlar Ligi tecrübeleri ile kesinlikle grubun 1 numaralı favorileri.
Gelgelelim Liverpool'a... Sonunda YNWA'u tekrar Şampiyonlar Ligi'nde dinleyebileceğiz. Rodgers gerçekten harika bir takım oluşturdu geçtiğimiz yıl. Uzun zaman sonra şampiyonluğa bu kadar yaklaştılar ama olmadı. Teselli ise bu sene için tazelenen umutlar ve Şampiyonlar Ligi. Suarez'in ayrılışının ardından forvet transferini Balotelli'den yana kullandılar ki; bence Balo, El Pistolero'nun yarısı bile etmez. Bir kere farklı tarzda golcüler. Pek de güvenilir bir adam değildir Balo üstün yeteneklerine karşın. Olumlu bakacak olursak Sterling ve Sturridge'dan mükemmel birer oyuncu yapan Rodgers belki Balo'yu da futbola kazandırabilir. Emre Can, Lallana, Lambert, Lovren, Markovic, Moreno, Manquillo... Hepsi de kadroya mükemmel bir derinlik kattılar. Ama sahanın içinde seni oyunda tutabilecek, Gerrard'la sorumluluğu paylaşabilecek klas bir futbolcu var mı derseniz..? Biraz muamma... Reus, Cavani, Falcao isimlerinden biri bile gelse çok iyi olurdu ama hiçbiri olmadı. Onların en büyük kozu takım oyunu, takım coşkusu ve şampiyonlar ligine aç olan Liverpool tribünleriyle genç ve yetenekli futbolcuları olacak...
Basel özellikle son birkaç yılda Murat Yakın'la beraber mükemmel bir çıkış yaptı. Chelsea galibiyetleri de onları havalı yapmadı değil. Ama grup ikinciliği için Liverpool'u bir adım önde görüyorum.
Belki de Şampiyonlar Ligi elemelerinin en kıyıda köşede kalmış maçıydı Ludogorets-Steau maçı. İlk maçı 1-0 kaybeden Ludogorets kendi sahasında maçın 90.dakikasında gol buluyor. Uzatmaya giden maçın uzatmalarının son dakikasında Ludogorets kalecisi kırmızı kart görüyor. 3 oyuncu değişikliği hakkı dolduğundan kaleye geçen stoper Moti penaltılarda kurtarış da yapınca tur atlayan Ludogorets oluyor. Üstelik Moti, Steau'nun en büyük rakibi Dinamo'nun eski oyuncusu ve bir Rumen. Muhteşem bir hikayeyle adını Şampiyonlar Ligi'ne yazdıran bu Bulgar takımının tabiki bu grupta tur atlama için pek şansı yok. Ama hikayeleri onların burda olmasını istedi.
                                                                                              YASİN IŞILDAR

3 Eylül 2014 Çarşamba

             ÖLÜM GİBİSİN - E

         Bugün Şampiyonlar Ligi'nin ölüm grubunu incelesek hiç de fena olmaz diye düşünüp E grubuna bir göz atalım dedik. Bayern Münih tabi ki grubun bir numaralı favorisi. Üstelik takımın en zayıf halkası denen santrafor bölgesine ligdeki en büyük rakibi B.Dortmund'tan Lewandowki'yi aldılar. Neuer'e olabilecek en iyi yedek kaleci için Reina'yı seçtiler ki bu da çok mantıklı bir hamle. Dünyanın en iyi 3 ligindeki tecrübeleri ve Şampiyonlar Ligi oynamışlığı onu bu görev için biçilmiş kaftan yapıyor. Guardiola bununla da kalmayarak zaten iyi olan kadroya sahaya beyniyle hükmeden Xabi Alonso'yu dahil etti. Real Madrid'in Alonso'yu neden hala göndermiş olduğunu anlayabilmiş değilim zaten. Alonso genç olduğu zamanlarda dahi hızıyla değil, top tekniği ve zekasıyla sahaya hakım oluyordu. Ki Liverpool onun yokluğunu gittiğinden beri hala dolduramadı. Keza Real Madrid'de bu sene doldurabilmiş değil. Modric'le aynı oyuncular değiller ki yerine Hırvat yıldız geçebilsin.Konuyu fazla saptırmayalım. Sonuç olarak; Münih şehrinin takımı zaten iyi olan kadrosunu neredeyse yenilmez olabilecek bir hale soktu diyebiliriz.
       Manchester City, milyonlarca euro harcayarak çok büyük yatırımlar yapmasına rağmen AVrupa'da bir türlü başarı sağlayamadı. Özellikle Mancini ile Avrupa'da yaşadıkları hayal kırıklıkları onları çok üzmüş olacak ki, artık bir numaralı hedefleri Pellegrini ile Avrupa şampiyonluğu. Porto'dan Fransa milli takımı stoperi genç Mangala'yı aldılar. Orta sahayı zenginleştirme hastalıklarına yine Porto'dan Fernando'yu alarak devam ettiler. Negredo'yu satın alma opsiyonlu Valencia'ya kiraladılar. Geçen sene yine Bayern'le aynı gruba düşmüşlerdi ve Bayern'e karşı biraz aciz kalmışlardı. Her şeye rağmen 2.torba takımı olabildiler ama bu gruptan çıkmak için bir ölçü değil tabi ki. Bekleyip göreceğiz ama Manchester şehrinin mavi tarafı işlerin iyi gitmesini istiyorsa Ettihad Stadyumunda 3te 3 yapmak zorunda. Keza gideceği deplasmanların bir tanesi bile kolay veya sıradan deplasmanlar olmayacak. Bu da onların şanssızlığı.
      CSKA Moskova için fazla söze gerek yok. Eski güçlerinde olmasalar da en büyük kozları kendi sahalarında iklim ve taraftar etkisiyle oynayacakları maçlar olacak. Güçleri ne kadar yetebilecek bilmiyorum ama benim grup sonunculuğu için favorim CSKA.
     Grubun diğer takımı Şampiyonlar Ligi'nin özlenen takımı Totti'nin Roma'sı. Salih Uçan ve Ashley Cole gibi transferlerle takımı takviye eden Roma grup ikinciliği için Manchester City ile kıyasıya bir yarışa girecek ama aradaki farkı belirleyecek olan iç saha maçları ve Rusya'da alınacak puan veya puanlar olacak. İkincilik için favori her ne kadar Manchester ekibi olarak görünse de onlara fazla da güvenilmeyeceği ortada. Ölüm grubu gerçekten de ölüm gibi. Benim beklentim Münih ve Manchester ekiplerinin gruptan çıkacağı yönünde ama her maç farklı bir sürprizle de karşılaşabiliriz.
                                                                                           YASİN IŞILDAR

28 Ağustos 2014 Perşembe

Biraz Gündemden Konuşalım


   Bir değişiklik yapmaya karar verdim. Ara sıra gündem başlıklarına da değinsem hiç fena olmaz diye düşündüm. Ki buna Şampiyonlar Ligi kura çekiminin yapıldığı günün denk gelmesi güzel bir rastlantı oldu. Grupları değerlendirmeye ülkemizi temsil eden Galatasaray ile başlayacak olursak...
      Arsenal şuan için havasında olmayabilir, ancak Ekim'e kadar sakatları düzelecek, yeni santrafor çalışmaları var (Giroud'un sakatlığı sonrası) ve Alexis kadroya tamamen uyum sağlayacaktır. Mesut Özil'in ritm bulması, Arteta ve Ramsey'li Arsenal'in ortasahasına güç katacaktır. Bu yüzden Beşiktaş karşısında gördüğümüz Arsenal'den çok daha farklı bir takım izleyeceğimizi düşünüyorum. Tabi Barcelona, Real Madrid ve B.Münih gibi ekipler yerine herkes Arsenal'i tercih ederdi orası da bir gerçek. Galatasaraylı oyuncular da daha önceki Galatasaray-Arsenal kapışmalarındaki Galatasaray üstünlüğünü zihinlerinin derinliklerinde tutup bu maçlara ister istemez daha rahat ve özgüvenli hazırlanacaklardır.
      B.Dortmund grubun en dişli takımı. TT Arena'da alınacak 3 puan yeterli olacaktır diye düşünüyorum. Almanya'da ise Galatasaray kaybederse kimse neden kaybettin demez. Lewandowski'yi kaybettiler ve Serie A gol kralı İmmobile'yi forvet hattına kazandırdılar. İmmobile için de en az 6 hafta geçmesi lazım. Torino'da tüm toplar onda buluşurken, Dortmund'da Lewandowki rolünü üstlenebilecek mi bunu görebilmek için zamana ihtiyaç var. Ancak Aubameyang ve Mikhitaryan ilerde çok etkili olan futbolcular ve üstelik Marco Reus sakatlıktan döndü. Galatasaray'a en çok sıkıntı çektirecek takımın en önemli gol ayakları bu futbolcular olacaktır.
     Grubun en zayıf halkası ise Anderlecht. Galatasaray işini sağlama almak istiyorsa mutlak surette bu takımdan 6 puan almalıdır. Belçika futbolu, özellikle milli takımı belki de geleceğin Dünya Kupası şampiyonu. Mükemmel gençlerden oluşan muhteşem bir jenerasyon yakaladılar. Ancak bu takımın yarısından fazlası Belçika dışında futbol oynuyor ve Anderlecht'in o takımın yakınından bile geçeçecek gücü yok. En olgun oyuncuları ön liberoları Defour diyebiliriz. Geçen yıl 1 puan ile Şampiyonlar Ligi'ne veda ettiler. Tek puanlarını da sürpriz bir şekilde 5 gol yedikleri PSG'den koparmışlardı.
   
Sonuç olarak Arsenal ve Anderlecht'i görüp eski güçlerinde değiller diyip, Dortmund'unda ilk maçında sahasında B.Leverkusen'e kaybettiğini görüp kolay kura veya rahat çıkarız, bizden korkun şeklindeki cümleler pek de mantıklı değil. Çünkü takdir edersiniz ki Galatasaray da 2 sene önce az kalsın Real Madrid'i eleyebilecek takımla aynı seviyede değil. Geçen sene bile grup kuraları çekildiği vakitlerde elinde daha hazır ve daha iyi bir kadro vardı. Her şey zamana bağlı. Zaman içerisinde yapılacak hamlelere. Başarılar Galatasaray...
                                                                                                  YASİN IŞILDAR

19 Temmuz 2014 Cumartesi

BLACK MAMBA



Çok ilginç değil mi? Hepiniz bilirsiniz koskoca Kobe Bryant’ın isminin bir biftekten geldiğini.  Annesi herhangi bir Çin lokantasında kobe usulü bir biftek yiyor ve bunu sevdiği için oğlunun adına Kobe koyuyor.  Sanırım hiçbirimiz adımızın bonfile falan olmasını istemezdi değil mi? Ama Kobe için bu sorun değil. Ne de olsa o Kobe Bryant.   Philadelphia doğumlu Kobe 5 yaşında ailevi sebeplerden İtalya’ya taşınır ve bu onun için hayatının önemli evrelerinden biridir. Bir Amerikalı ve İtalya… Orada ilgisi yavaş yavaş basketboldan futbola kaymadı değil tabi. Ancak bir süre sonra ABD’ye döndüklerinde Kobe basketbolda babasını bile yenecek kapasiteye ulaşmıştı. Henüz 13’tü.  Lise yıllarında iş ahlakı ile tanıtmıştı kendisini. Antrenmana ilk giren son çıkandı her başarılı insan gibi. Lisedeki son senesinde 30 sayı ortalaması yapmıştı ki bu onu çok dikkat çekici bir duruma getirmişti haliyle. Philadelphia’nın tüm zamanlarının en skorer oyuncusu oldu. Varın siz düşünün Chamberlain bu sıralamada 3.dür.  Tabi başka birçok ödül getirisi de oldu bu sezonun Kobe’ye.  96 yılında kolej okumamış Kobe Hornets tarafından seçilip o zamanların ünlü pivotu Vlade Divac karşılığında Lakers’a takas olmuştu. Haliyle Lakers bunun için çok eleştirildi. Bugün de aynısı olsa yine eleştirilir. Kobe NBA kariyerinin başlarında  en küçük yaşta forma giyen oyuncu ve en küçük yaşta ilk 5’te başlayan oyuncu gibi rekorların sahibi oldu henüz 18 yaşında. NBA kariyerinin başlangıcı bile rekorlarla başladı. Nasıl devam edeceğinin habercisiydi adeta.  İlk sezonunda All Star haftasonunda en genç smaç şampiyonu ve çaylaklar maçında en çok sayı üreten oyuncu oldu. Gümbür gümbür geliyordu daha ilk sezonunda. Adam olacak çocuk bellidir derler ya… Kariyerindeki başarılara göz atalım da bu sözün gerçekliğini Kobe nezdinde ispatlayalım;
·         5x NBA Şampiyonluğu(2000,2001,2002,2009,2010)
·         NBA MVP (2008)
·         15x NBA All-Star (1998-2013)
·         2x NBA Finalleri MVP (2009-2010)
·         11x All-NBA Birinci Takımı (2002-2004, 2006-2013)
·         2x All-NBA İkinci Takımı (2000,2001)
·         2x All-NBA Üçüncü Takımı (1999,2005)
·         8x En İyi Savunma Beşi (2000, 2003-2004, 2006-2010)
·         2x En İyi Savunma İkinci Beşi(2001,2002)
·         4x NBA All-Star Maçı MVP (2002, 2007, 2009, 2011)
·         1x Slam Dunk Contest (1997)
·         2× NBA Sayı Kralı (2006–2007)
·         Çaylak ikinci beşi (1997)
Naismith Prep Player of the Year (1996)

          NBA’ye adım attığından beri tam bir winner(kazanan), tam bir lider ve pozisyonunun açık ara en iyi oyuncusudur Kobe. Modern zaman basketbolunda bir takıma 81 sayı atmak kolay bir iş değil. Başka yapanı geçtim, yaklaşan bile olmadı zaten.  NBA’de karşılaştığı tüm takımlara da 40+ sayı atmıştır, bunu da belirtmek gerekir. Artık 35 yaşına gelen Kobe eski görüntüsünden doğal olarak uzaklaşacaktır ama onsuz bir NBA sezonu asla gerçek bir NBA sezonu olmayacaktır biz Kobe ve onun oyununu sevenler için. Ayrıca Kobe ile Lebron artık karşılaştırılmasın. Keyfini çıkarın bu işlerin. Her şeyi karşılaştırmak, birini diğerinden ayırıp onun ateşli bir savunucusu olmak acayip yersiz. Spor hepsi ile güzel.

                                                                               Yasin IŞILDAR 

15 Temmuz 2014 Salı

UÇAN HOLLANDALI



             Doğunun zenginliğini sömüren Hollanda gemilerinden bir geminin efsanesidir. Fırtınaya yem olur dinlenmek için Ümit Burnu’na yanaştığı sıralarda. Fakat bölgedeki insanların bazıları birkaç fırtınada bu gemiyi gördüklerini söylemişlerdir ve bu efsane dilden dile yayılmıştır. Ardından Uçan Holandalı bir efsane olarak tarihteki yerini almıştır
Arjen Robben’in Ümit Burnu’ydu Real Madrid. Chelsea’den sonra geldiği kralın şehrinde sık sık sakatlanan Robben için artık herkes o öldü demiş,satıldığında da buna inanmışlardı. Ama o Münih semalarında tekrar görüldü ve hiç unutulmayacak performanslara imza attı. En büyük çıkışını birçok  Hollandalı’nın yaptığı gibi PSV’de yaptı Robben. Kezman’la muhteşem bir ikili olan Hollandalı M.United ve Chelsea gibi takımların dikkatini çekti. Ferguson’un teklifi PSV yönetimi tarafından kabul görmezken Rus sermayeli Chelsea onu bünyesine kattı. Hollandalı futbolcu, Chelsea ile 2 Premier Lig şampiyonluğu ve 1 Federasyon Kupası şampiyonluğu yaşadı.
             Hızıyla başta İngilizler olmak üzere tüm futbolseverleri mesteden Hollandalı koşmuyor adeta uçuyordu sol kanatta. Chelsea büyük bir takımdı ama her futbolcunun hayalinde ya Barcelona vardır ya da Real Madrid. Kralın takımı onu isteyince ve Chelsea’nin tatmin olacağı miktarı verince onun için İspanya kariyeri başlamış oldu. Madrid’de daha çok yaşamış olduğu sakatlıklar önünü kapasa da, onun artık işe yaramaz bir futbolcu olduğu düşünülmeye başlanmışsa da Bayern Münich ona bir şans daha verdi ve karşılığını fazlasıyla aldı. Bundesliga şampiyonlukları, Almanya Kupası zaferleri ve nihayet şampiyonlar ligi şampiyonluğu… Münih yıllardır özlemini çektiği kupayı sol kanatta uçan bir Hollandalı ile kazandı. Onun dengesiz bir futbolcu olduğu da çokca söylenir. 2010’da İspanya ile oynanan final maçında kaçırdığı golden sonra İniesta’nın attığı golle kupayı kaybedişleri, 2012’de B.Münih ile şampiyonlar ligi finalinde uzatmanın ilk devresi penaltı kaçırması ve kupayı yine kaybedişleri, yine 2012’de B.Dortmund ile oynanan kritik maçta penaltı kaçırması, 4 kritik pozisyonu gole çeviremeyişi ve maçı kaybetmeleri… Bu hüsranların sonunda şunu da rahatlıkla söyleyebilirim ki; Robben bu hüsranların acısını teker teker çıkarmıştır. En son 2012 Dünya Kupası’nda İspanya’yı 5lemelerinde en büyük pay sahibi olan uçan Hollandalı 2 de muhteşem gol atmıştır
          Dünya Kupası zaferi hariç kazanılacak her şeyi kazandı Robben. Önünde oynayabileceği ve kazanabileceği bir Dünya Kupası daha olduğunu unutmayalım. Muhteşem deparları, bitirici gol vuruşları, tekniği ve oyun zekası ile günümüz Hollanda’sının Van Persie ve Sneijder ile beraber 3 en iyi futbolcusundan biridir. Sözleşmesini de yenileyen Robben Münich’de futbol kariyerine, daha doğrusu uçuş kariyerine devam edecek. Bizde zevkle izlemeye.  Kariyerinin en iyi günlerini geçirdiği Münih'te Van Gaal, Heynckes ve Guardiola gibi teknik adamlarla çalışmış olması da onu mental anlamda çok geliştirdi. Kendine olan güvenini tekrar kazandığında aklında sadece kupalar kazanmak ve kendisini Madrid'de bitmiş olarak gören insanlara karşı yeniden ispat etmek vardı. Belki de sonradan acısını çıkardığı malum hataları da bu hırsı yüzünden yapmıştı. Ama onları da alt etmesini bildi. Bu da kişiliğinin ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Onun için artık tek hedef Dünya Kupası Şampiyonluğu. Hollanda'yı artık 3 kişi ne kadar sırtlayabilirler, bunu kestirebilmek ise güç.
                                                                                                                                                                   Yasin IŞILDAR

14 Temmuz 2014 Pazartesi

EFSANEVİ KIVILCIMLAR


                           
           
            James Rodriguez…  2014 Dünya Kupası’nda en büyük parlamayı yapan oyuncu. Buraya yazılmasının nedeni ise herhangi bir aksilik olmaz ise kendisinin zaten bir futbol efsanesi olacağının gayet açık bir şekilde görülmesidir. Mimikleri ve surat ifadesi ile CR7’ye çok benzeyen James bu turnuvada Falcao’suz Kolombiya’nın eli ayağı oldu. Jeneriklik gollerden  fırsatçılığa, oyun kuruculuktan boş alan yaratmasına kadar muhteşem bir teknik kapasiteyle izleyenleri hayran bırakan 91 doğumlu Kolombiyalı onu tanımayan futbolseverler için çok büyük bir sürpriz oldu. Akla gelen en güzel sürprizlerden… Tanımayanlar olabilir çünkü, Banfield’dan Porto’ya gelen genç yıldız ardından büyük bir sermaye sahibi olan yeni yetme paralılardan Monaco’ya transfer oldu ve Fransa ligi pek de takip edilen bir lig değil. En azından bir Premier lig veya LA Liga hiç değil. Oysa James turnuvadan önceki sezonda da Fransa’da çok büyük işler yaptı. 34 maçta 9 gol atan James birçok maçı da kazandıran isim oldu.  Monaco’nun yıldız oyuncusu kim deseniz turnuvadan önce çoğu kimse Falcao diyecektir ama bu çocuk sanırım bu görüşü de değiştirdi bile. Şimdiden Real Madrid’in onun için kasayı boşaltmayı düşündüğü ve Di Maria’yı gözden çıkardığı konuşulmakta. Milli takımının altyaş gruplarında kalitesini gösteren,  Arjantin’de önemli işler yapan James’i futbolla yakından ilgilenenler zaten tanıyordu. Kendisi bir rekora da şimdiden sahip. Arjantin liginin forma giyen en genç oyuncusu oldu. (17). James oynadığı ilk Dünya Kupası’nın gol kralı olup altın ayakkabının da sahibi oldu. 45 milyon euro ile arap sermayeli Monaco’ya transfer olduğunda tıpkı Hulk’un Rusya’ya transferindeki gibi üzüldüğümüz  James umarım daha büyük zevkle izlediğimiz bir kulübe transfer olur da kendisini daha sık ve daha kolay izleyebiliriz. Kişisel kanaatim yetenek bazında Messi ve C.Ronaldo ile birlikte James’in ayrı bir 3lü olduğudur. Bu cümle İbrahimovic veya Suarez gibi psikomanyak olduğu kadar yıldız olan futbolcuları geçtiği anlamına gelmesin, henüz daha 24 yaşından yeni gün aldı. Ancak futbolu oynayışı, yetenek ölçüsü ve bana verdiği izlenim bu yönde. Bazen düşünürüm, İspanya’da Real Madrid ve Barcelona gibi aynı kalibrede bir 3.takım olsaydı da James’de bu takımla diğer iki yıldıza rakip olsaydı. Sanırım çok büyük ihtimal bu olay şöyle gerçekleşecek; MESSİ-NEYMAR’a karşı RONALDO-RODRIGUEZ. Ne dersiniz, bu da harika olmaz mı ? Ülkemizin futbolunun rezil ortamından sonra gözümüzün pasını sildiği için Rodriguez’e minnettar olmalıyız sanırım. Az önce Neymar demiştik dimi? Rodriguez’i görünce Neymar’a harcanan paraların boşa olduğunu düşünenler de az değil. Ben onu Neymar ile karşılaştırmak istemiyorum ama bu adam bu yaşta Porto ve Monaco’da muhteşem performanslar gösterip, muhteşem paralar kazanmaya başladı ve ülkesini çeyrek finale çıkardı. Hakemler adil olsa belki daha da ileriye.  Brezilya’ya elendiklerinde bir çocuk gibi ağladı sahanın ortasında. Verdiği büyük emekler hakem müsveddeleri ve David Luis ‘in muhteşem oyunu sayesinde terle karışık göz yaşı olarak aktı yanaklarından. Ayrıca dünya kupasının gol kralı James Rodriguez. Efsane benim diyor genç yıldız.

            Gözümüzün pasını silen, 2014 dünya kupasını daha çok sevdiren adam. Daha büyük kulüplerde oynamayı hak ediyorsun. Umarım futbol yaşantın böyle devam eder de, biz de seni zevkle izlemeye devam ederiz.

                                                      Yasin IŞILDAR 




TEŞEKKÜRLER GLADYATÖR NO TOTTİ NO PARTY !!!

 




        Hani deriz ya bizim zamanımızda ne adamlar vardı diye… İşte Totti onlardan biri. İtalyan futbolunun yaşayan efsanelerinden olan Totti bu yıl aktif futbol hayatını noktalayacak ama onun izlettiği zevkli ve klas futbol ve çocukluğumuzdan gençliğimize dek hayranlıkla izlediğimiz 10 numaralı Roma forması asla zihinlerimizden silinmeyecek.  Henüz bırakmadı futbolu. Daha 1 yılı var. Şu ana dek 674 maçta 282 gol ve 156 asisti var. Bir on numaradan daha fazlasını bekleyemezsin. Bu en fazlası zaten. Golü koklama özelliği diye bir şey varsa bu özellik sanırım Totti’nin özel güçlerinden.  O Los Galacticos’un transfer edemediği ender yıldızlardan. Tıpkı Gerrard gibi takımının sahibi ve efsanesi konumunda diyebiliriz Totti için. Roma’nın gladyatörü…1984 yılında Fortitudo takımında futbola başlayan Totti, 1989 yılında AS Roma'nın minik takımına geldi.Totti futbol için çıldırıyordu fakat ailesinin maddi durumu iyi olmadığından okulu bırakan Totti, henüz 16 yaşında A takımda şans buldu. Yeteneği herkes tarafından fark edilmişti artık. Tabi kimse onun Roma’nın idol isimlerinden biri olacağını o zamanlar kestiremezdi. 1998-1999 sezonunda Serie A'nın en iyi genç oyuncusu seçildi.2000 yılında İtalya'da yılın futbolcusu ödülünü alan Totti aynı yıl İtalya Avrupa Kupası finalini kaybetse de maçın adamı seçilmişti. Roma’ya şampiyonluklar kazandıran Totti, İtalyan milli takımı ile de dünya kupası kazanmıştır. Altın ayakkabı ödülünü de es geçmeyen efsane İtalyan  IFFHS'de 2011 yılında C.Ronaldo,Wayne Rooney,Del Piero gibi oyuncuları geçerek Avrupa'nın en popüler futbolcusu seçilmiştir.
        Takımına bağlılıyla modern zamanın kölelerinden olmadığını kanıtladı Gladyatör. O Roma’nın efsanesi ve idolüydü ve diğer birçok yıldızın yaptığını yapmadı. Aslında yapamadı desek daha doğru. Çünkü onun en büyük özelliklerinden biri de tribünden gelme bir Roma’lı olması. O efsanesi olduğu kulübün aynı zamanda bir taraftarı da. E Roma taraftarı bu adamı bağrına basmasında ne yapsın daha ? Birbir tükenen sembol oyunculardan biri olan Totti bu yönüyle biz futbolseverlerin kalbini kazanmış durumda zaten. Yazımı yazarken zaten en çok bu yönüne vurgu yapıyorum, çünkü bu adamlardan fazla kalmadı ve Totti de bu sezon sonu kramponlarını asıyor. 13/14 forma tanıtımında ‘’bu forma giyeceğim son forma olacak’’ cümlesiyle sevenlerine mesajını vermişti Totti. Umarım onu futbolun içinde görmeye devam ederiz. Birbir gidiyorlar  Del Pierolar, Nedvedler, Maldiniler, Cafular… Şu isimleri sayarken ‘’ne adamlar izlemişiz be…’’ diyorum.  Totti’nin hayranlarına bir de haberi var. 1993’ten 2013’e kadar uzanan ROMA kariyeri 5 dvd’lik bir setle satışa çıkacak.

      
 10un gibiler çok yetişmiyor maalesef. Hele ki modern futbolda.  Grazie GLADIATOR !

                                         
                                                                                                       YASİN IŞILDAR

BAHTSIZ GENERAL

          

      Kimilerine göre üstün Alman teknolojisiydi. Kimilerine göre bir lider. Kimilerine göre ise görev adamı. Hem de en iyi yapanından. Ama kimse Michael Ballack’ın futbola bir dönem damgasını vuran futbolculardan biri olmadığını söyleyemez. Bu yazının devamını okuyacaksanız buna katılıyor olmanız gerekir zaten…



       Futbola Almanya’nın Chemnitz takımında başlayan Ballack 2 sezon gibi kısa bir sürede daha rütbeli bir takım olan Kaiserslautern’in dikkatini çeker. Yine 2 yıl oynadıktan sonra bir kademe daha atlayarak Bayer Leverkusen’e transfer olur. Adım adım ilerleyerek, basamakları tek tek çıkarak zirveyi hedeflemektedir o sıralar. Bayer Leverkusen’de  geçirdiği 3 yılın ardından büyük bir yıldıza dönüşür ve Almanya Milli takımının en büyük kozu olur.Bir orta saha oyuncusu olmasına rağmen 79 maçta 27 gol atar ve katlarcası asist yaparak modern Alman futbolunun en büyük temsilcisi olur. Artık zirveye çıkma vakti gelmiştir. Bayern Münih tabiki Almanya’nın zirvesine oturmuş Ballack’ı kimselere kaptırmayacaktır.
  Yıldıray Baştürk’lü, Ze Roberto’lu Leverkusen Ballack’ın önderliğinde çok başarılı sezonlar geçirmişti ve şampiyonlar liginde final oynamıştı. Artık Münih zamanı gelmiş çatmıştı. Bundesliga ne zaman bir futbolcu parlattıysa, zaten Bayern Münih onu ya alacaktır ya alacaktır. Ballack, Münih’te 3 Bundesliga şampiyonluğu, 3 Almanya kupası kazanmıştı.

        Artık yurt dışında büyük bir kulüpte oynamalıydı. Abramovich’in dikkatini çekmesi çok uzun sürmedi ve Chelsea Ballack’ı renklerine kattı. İlk sezonunda çok verimli olamasa da ikinci sezonunda büyük işler yaptı. İngiltere’deki günlerinden bir anekdot… Kendine bir ev satın almayan Ballack Londra’da dikkatleri çeker ve bu konuda birçok soruya maruz kalır. Ancak Londra’da ev almamasını çok net ifade eder. Kimi vay cimri desin kimi zeki adam desin ama olay bu: ‘’  Burada dandik bir eve verecegim parayla almanya da sato alırım.’’
      Ayrıca kariyerinde iki tane "terrible horror" diye anılan korkunç üçleme sezonları vardır. 2001-2002 sezonunda Bayer Leverkusen ile son üç haftasına beş puan önde girdikleri ligde şampiyonluğu bir puan farkla Borussia Dortmund'a kaptırmışlar, şampiyonlar ligi finalinde Real Madrid'e 2-1 yenilerek kupayı kaldırma şansını kaybetmişler, Almanya milli takımıyla birlikte 2002 Dünya Kupasında ise ,kırmızı kart cezası sebebiyle oynayamadığı, final maçını Brezilya'ya 2-0 kaybederek ikincilikle yetinmek zorunda kalmışlardır. 2008 yılında ise Chelsea ile birlikte aynı senaryoyu yaşamak zorunda kalan Ballack, sezonu Manchester United'ın iki puan gerisinde tamamlayarak hayal kırıklığı yaşamıştır, şampiyonlar liginde ise berabere biten doksan dakinanın sonunda Manchester United'a penaltılarla kaybederek kupayı kaldıramamıştır. 2008 yılının yazında, üzücü geçen sezonun ardından Almanya milli takımıyla birlikte Euro 2008'de final oynamış, fakat İspanya Torres'in 33.dakikada attığı golle kupayı kazanmış, Ballack ve arkadaşları ise yine ikincilik ile yetinmek zorunda kalmışlardır. Bu iki sezonun ardından Almanya'da esprilere konu olmuştur.
      Tüm bu bahtsızlıklara rağmen kazanılan bu kadar kupa,  kazanılan saygının büyüklüğü akıttığı terin boşa olmadığını gösteriyor. Onun en büyük özelliğini söyleyelim Ballack’ı unutan futbolseverlere. O bir defans, bir orta saha ve aynı zamanda bir forvetti. Şuan kaç futbolcu sayabiliriz ki böyle? Bir elin parmaklarını geçmeyecektir.


                                                                               YASİN IŞILDAR

13 Temmuz 2014 Pazar

OSTRAVANIN MARADONASI, GALATASARAYIN BAROSU







       Orta Avrupa’ya has o güzel doğası ile hayran kalacağınız bir yer Ostrava. Ancak Ostrava’nın güzelliğini perçinleyen ve adını dünyaya duyuran olay soğuk bir Ekim ayında gerçekleşti. Tabi ki Milan Baros dünyaya geldiğinde bundan kimsenin haberi yoktu ama 1987de Vigantice’de forma giymeye başladığında herkesin dikkatini çekmeye başlamıştı. Milli takım teknik ekibinin futbolcu havuzuna hiç düşünmeden eklediği bu adamın doğduğu kentin takımı ve ülkesinin en köklü takımlarından Banik Ostrava’ya transfer olması çok uzun sürmedi. Oynadığı her maç taraftarlardan ziyade rakiplerini dahi şaşırtan bu genç, Ostravanın Maradonası lakabını aldı. Bu lakabı kazanabilmesi bile onu ‘’efsaneler’’ arasına koymak için geçerli. Çek Cumhuriyeti’nden bugüne kadar başka Maradona çıkabildi mi?         
      İngiltere’nin en ünlü, en başarılı ve buna rağmen yıllardır şampiyonluğa hasret, efsaneler çıkarmaya alışık liman kentinin takımı olan Liverpool Baros’u kimseye kaptırmadan takımına kattı ve santrafor mevkisinde yeni bir yıldıza yer açıldı Kırmızılarda… İstanbul’da Şampiyonlar Ligi finalinde santra yapan isim olarak hepiniz hatırlarsınız. Gerrard önderliğindeki Kırmızılar Baros’lu hücum hattıyla Juventus, Chelsea gibi takımları teker teker elerken Milan’ında bu takımlara katılacağına kimse ihtimal vermiyordu. Ama sonrası malum. 
      Çeklerin tarihe geçen futbol yıldızlarının başında geliyor Milan Baros. Euro 2004’te gol kralı olurken attığı gollerin sayısından çok saha içindeki çalışkanlığı ve estetik bitiriciliği ile bütün Avrupa’ya kendisini kanıtladı. Altın ayakkabı da kazanan efsane Liverpool’dan sonra Aston Villa’ya transfer oldu. Ciddi bir sakatlık atlattı. 6 ay sahalardan, gollerinden uzak kaldı. Buna rağmen bir maç çıkışı, o dönem Chelsea teknik direktörü olan Jose Mourinho ona olan hayranlığını dile getirmiş ve onu Chelsea’ye kazandırmak istediğini söylemişti. Villa’dan sonra o dönem Fransa’da şampiyonluklara ambargo koyan O.Lyon’a katılan Ostrava’nın Maradonası  burada yaşadığı saha içi olaylar ve aldığı rekor trafik cezası ile konuşuldu daha çok. Kariyerinin düşüşte olduğu söylenirken devre arası Porsmouth’a transfer olan Baros takımına FA Cup’ı kazandırdı ve henüz bitmediğini herkese ilan etti.


        Ve GALATASARAY günleri… Kariyerinin en verimli çağları… Taraftarın sevgilisi oldu İstanbul’da Baros. Adına besteler yapıldı. Ali Sami Yen Stadı hemen hemen her maç Baros’lu gol anonslarına iyiden iyiye alışmıştı. . 2008/2009 sezonunda UEFA Avrupa Ligi ve Türkiye Kupası maçları ile toplamda 28 gole ulaştı. Türkiye’de gol krallığı yaşadı. Harry Kewell ile müthiş bir ikili oluşturdu. ( Liverpool’un Şampiyonlar Ligini kazandığı maçın santrasını yapan ikili. ) Bir Fenerbahçe maçında yaşadığı talihsiz sakatlıktan sonra uzunca süre takımından ayrı kalan Milan Baros dönüşünü Ankaragücü maçında dk 74’de girerek yaptı ve 90+3’de golünü attı. Galatasaray taraftarı göz bebeğinin dönüşünü ‘’Return of the King’’ olarak adlandırdı. Ama sakatlıklar birçok efsaneye yaptığı gibi Baros’u da kolay kolay bırakmadı. Bizi bu futbol zevkinden mahrum bıraktı. Formunu sakatlık öncesine kadar götüremeyen Baros… Takımın en kötü olduğu zamanlar da bile terinin son damlasına kadar oynayan, hiçbir zaman sorun çıkarmayan, takımın genç oyuncularına sahip çıkan, bir yabancı oyuncu olmasına rağmen armasını sonuna kadar sahiplenen, Galatasaray formasını sırtından çıkarmayan oğlu ile şampiyonluk kutlamalarında doyasıya eğlenen ve golleri, asistleri ile rakiplerini korkutan, hatta transfer olduğunda rakip takım taraftarlarının önce inanamadığı bu ismi GALATASARAY taraftarı asla unutmayacak. Evet Çeklerin efsanesi, Ostrava’nın Maradonası oldu o. Ama aynı zamanda Galatasarayın asla unutulmayacak yabancıları arasına ismini en üstlere yazdırdı. Hala sokaktan geçerken çocukların mahalle maçlarında kendilerine Baros dediğine şahit olduğum doğrudur.
           
                                       YASİN IŞILDAR

MAJESTELERİ

       


     Bu yazıda Jordan’ın biyografisine girmeyi hiç düşünmüyorum. Kariyer ortada.  Jordan diyince aklıma gelenleri yazmak istiyorum.



     Birçoğumuzun basketbolu sevme nedenidir Majesteleri. İnanılmaz başarı öyküsünün ardındaki azmi, sabrı ve gücü kimlere ilham olmadı ki? Ürdün ( Jordan ) Havayolları sırf bu adam yüzünden ismini Jordan Airlines  yapamamıştır. Dipnot olsun hafızalara…
    Hepimizi NBA manyağı yaptı o. Gözü kapalı serbest atışları, akıl almaz smaçları, sportmen kişiliği ve lafı gediğine sokan sözleri… Basketbolun en büyük efsanesi olduğu bir gerçek. ‘’Space Jam’’ filmi ile de daha birçok kişiyi etkilemeyi başarmıştır. Hiç basketbol izlemeyen insanların o filmden sonra NBA izlemeye başladığını ben şahsen gördüm.
    Chicago Bulls’un tüm şampiyonluklarının ardında imzası olan bu adam özellikle serbest atış çizgisinden uçarak smaç bastıktan sonra ‘’Uçan Adam’’ olarak anılmış ve Nike ile sponsor olarak anlaşmasından sonra ‘’Air Jordan ‘’ isimli ayakkabıları yok satmıştır. Oynadığı dönemde de tüm sporlar baz alındığında dahi en çok kazanan ondan başkası değildi.
    Hala onun eski maçlarını arayıp izlemek en büyük hastalıklarımızdan biridir. NBA demek biraz da Michael Jordan demek. Diğerlerine haksızlık ama bu gerçek. Şu günlerde yıldızı parlayan her NBA oyuncusu da onunla karşılaştırılıyor.
   O basketbol kariyerini noktaladığında, onunla beraber basketbol izlemeyi bırakan büyüklerimiz de yok değil. Hatta bazı rivayetlere göre, Chicago Bulls ile şampiyonluklara ambargo koyup rakipsiz olduğu için bir süre sonra bahis mafyaları olaya el atmış ve onu tehdit ederek basketbolu bıraktırmıştır. Pek de şaşmamak gerek.
   Majestelerinden birkaç sözle noktalayalım.

     Ben sahada 5 kişiyi nasıl geçecegimi değil, o beş kişinin beni nasıl durduracağını düşünürüm.
 Hayatım boyunca hata üstüne hata, hata ve hata yaptım bu yüzden başardım.
 Herkes bir gün Michael Jordan olmak istiyor, Bense her gün Michael Jordan olmak zorundayım.

     Tabi bir de Chicago’da ki koçu Phil Jackson’ın maç içinde oyuncularına sarfettiği bir cümle var ki onu da koymadan edemedim…
 

96/97 sezonunda Chicago Bulls koçluğunu yapan Phil Jackson'in bir macta bitime saniyeler kala son hücum icin aldigi molada oyuncularına verdigi taktik: "Topu Jordan'a verin ve etrafından s..... gidin!"
                                                                 YASİN IŞILDAR